ALMANYA’DAN İTHAL TÜRK OYUNU
Yeşim Özsoy Gülan'ın bir Alman tiyatrosu için, hazırladığı 'Almanya-Türkiye 0:0', futboldan esinleniyor. Oyun Trabzonspor'un Türkiye Kupası'nı kutladığı gün Trabzon'da Türkiyeli izleyiciyle buluştu.
Trabzonspor’un Türkiye Kupası coşkusu, korna sesleri ve tezahüratlar yankılanıyor. Bense bir futbol cahiliyim, üstelik bordo- mavi renkli kalabalığın arasında sıkışmışım, oyuna yetişmeye çalışıyorum, kalabalık beni başka yöne sürüklüyor, neyse ki Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun Hüseyin Kazaz Sahnesi’nden içeri girmeyi başarıyorum. Sahnede yeşil bir halı saha dikkati çekiyor. Gürcistan’dan Japonya’ya kadar on beş yabancı ülkenin yer aldığı festival seyircisinden çıt çıkmıyor. Sokaktaki karmaşadan dolayı, en son görmek isteyeceğim şey futbolla ilgili bir oyun, ön yargılarım devreye giriyor ve bir düdükle oyun başlıyor, oyuncular topun peşinde koşturarak konuşmaya başlıyor.
‘Almanya- Türkiye 0:0’ adlı oyunu, Almanya’daki Wiesbaden Devlet Tiyatroları için İstanbullu yazar ve yönetmen Yeşim Özsoy Gülan sahneye koydu. Almanya’daki Türk ve Alman oyuncuların yer aldığı iki dile sahip oyun, Almanya’da sahnelendikten sonra geçen hafta 11. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali kapsamında ilk kez Türkiye’de oynandı.
Ve Diğer Şeyler Topluluğu’nun kurucusu, Yeşim Özsoy Gülan, 2001 yılından beri eksiksiz olarak her oyununda biçim olarak farklı arayışlar sergileyen bir isim. Dinamik, virtüöziteye varan oyunculuklara sahip, derdini milliyetçilik ve taraf tutma tuzaklarına düşmeden ‘arada’ durarak, her ‘kimliğin’ öteki yüzünü de gösteren, espriden de payını alan bir oyun çıkarmış ortaya.
Neden Almanya, neden bu oyun ve neden sen diyerek başlayalım projenin çıkış noktasına.
2004 yılından beri pek çok kez Almanya’ya turneye gittim. Wiesbaden Devlet Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Manfred Beilharz işlerimi yakından takip ediyor. “Türkler ve Almanlarla ilgili bir oyun istiyoruz, ilgilenir misin?” dediler. Bu siparişi kolaylıkla Almanya’da yaşayan bir Türk yazara da verebilirlerdi, çokça var. Ancak dışarıdan bir göz istediler. İstanbullu, üstelik Almanca bilmeyen- yeni yeni öğreniyorum- bir oyun yazarı olarak ürettim. Koydukları kurallardan biri de oyunun Türkçe ve Almanca olmasıydı. Her tanıtım yazısında ve afişte hem Türkçe hem Almanca kullandılar. Karşılıklı saygıyı çok önemsiyorlar. Almanya’da devlet tiyatrolarında iki dilli böylesi bir oyun ilk kez gerçekleşiyor. Çok özel bir anlama sahip. 17 Ocak’tan beri oynanıyor ve gelecek sezonda da oynayacak.
Futbol ve tiyatro oyunu ne açından benzerdi senin için?
Futbolda da aktörler, seyirciler ve bir aksiyon var. Dört sahneden her biri tarihsel verilerden de faydalanarak, Türklerin ve Almanların bir araya geldiği bir ortamda geçiyor. Mesela ilk sahne, Çanakkale Savaşı’nda Türk bir askerle, Alman bir askerin karşı karşıya gelmesini anlatıyor. Üçüncü sahne ise bir jinekologun bekleme odasında, Alman feminist ile kızlık zarını diktirmeye gelmiş genç kızın karşılaşması anlatılıyor...
‘Türk’ meselesini irdelerken, milliyetçilik tuzağına düşme ya da bu tür okumalara karşı açık bırakma riski ile boğuştun mu?
İki tarafa da aynı derecede eşit bakabilmek için çok uğraştım ve iki tarafa da kötü davranmak istedim. Bazen her iki tarafın da olumlu yanlarını görmek zor oldu. Bir buçuk aylık Almanya’daki prova sürecimde gördüğüm şu: Üçüncü jenerasyon Türkler kendilerini Alman olarak tanımlıyor ve hissediyor ancak yine de araf bir yerdeler. Bununla baş etmeleri hayli güç. Almanlarda ise faşist olmamak ve ırkçı görünmemek için ekstra bir çaba var ama bu sonuçta suni bir şey. Onları rahatsız eden şeyler var tabii ki, sonuçta iki kültür birbirinden çok farklı, bu olağan bir şey ama bunu ifade etmekten çok çekiniyorlar. Politik olarak doğru olmaya çalışıyorlar sürekli. Alman oyuncuları bu anlamda kırmak için çok uğraştım.
Peki iki ülkenin farklılığı çalışmalara nasıl yansıdı?
Bizde siyah ve beyaz yoktur, muğlaklık baskındır. Alman oyuncu net olarak direktif istiyor “burada mı duruyorum, şurada mı?” diyor. “Bilmiyorum, arada bir yerde dene bakalım” dediğimde iletişim zorlaşıyor. Oyunculuk stilinde ise Alman oyuncular Brechtiyen bir gelenekten geliyor; post- dramatik olana, farklı olana daha açıklar. Biz ise biraz daha gerçekçi bir gelenekten geliyoruz. Benim hiç realist bir çerçevem olmamasına rağmen, onların yanında realist kaldığımı fark ettim ve bunu kırmaya çalıştım. Sahnede gerçekten ağlamak, gerçekten bir şey hissetmek gibi şeyleri yok sayarak, sahnede yaratılan duygu oyuncuda değil, seyircidedir mantığıyla oynuyorlar. Ayrıca sanki tiyatro değil de fabrika gibi. Sabah altı buçukta işe başlıyorlar ve dörtte mesai bitiyor. Herhangi bir teknisyene ya da terziye, Türk usulü, “beş dakika daha kal da, bir çay ısmarlayayım” gibi bir öneride bulunamıyorsun. Oyuncular haftanın altı günü, bambaşka türlerde inanılmaz iyi bir teknikle oynuyorlar. Bu çalışkanlığa hayranlık duyuyorsun ve sen de ister istemez bu sele kaptırıyorsun. Ancak bazı kuralların esneyememesine alışmak da zor oluyor. Biraz daha rahat davranmayı, ‘insaniyeti’ ve muğlaklığı da özlüyorsun tabii...
Radikal 12.05.2010
|
|
|