9 FİLM VİZYONDA
Türkiye sinemalarında bu hafta 4'ü yerli 9 film vizyona girecek.
HOBBIT: BEŞ ORDUNUN SAVAŞI
Peter Jackson, Orta Dünya’da geçen ikinci üçlemesini de ülkemizde 17 Aralık’ta vizyona girecek bu filmle nihayete erdiriyor. Ta 2001’de başlayan, epey uzun süren bir maratonun sonundayız artık. Hobbit kitabının hacmini düşündüğünüzde, ortaya yine bir üçleme çıkmasını ticari nedenlere bağladıysanız, haklısınız. Zaten serinin özellikle ikinci filmi, finaldeki büyük savaşa hazırlık niteliğindeydi. Yine ortak düşmana karşı güçlerini birleştiren farklı grupların öyküsü bu. Bilbo, ejderha Smaug ve Gollum ile karşılaşmasının ardından evine o ünlü güç yüzüğüyle dönebilmek için yine çetin bir mücadeleye girişmek zorunda. Ancak elflerin, cücelerin ve insanların ortak düşmana karşı yine birlikte savaşması gerekiyor.
Yüzüklerin Efendisi hayranlarının büyük bölümünün Hobbit’in bu son filmini de seveceğine emin olabiliriz. Sorun şu ki, Bilbo Baggins, Thorin Meşekalkan ve Cüceler Bölüğü’nün maceraları, ilk üçlemenin yanında biraz yavan kaldı sanki. Ya, ilk üçlemenin mükemmelliğinden ya da sonunu bildiğiniz bir öykünün başının anlatılmasından bu durum yaşanıyor olabilir. Ama Jackson, en iyi yaptığı şeyi yine yapıyor. Bir Orta Dünya olduğuna ve orada bir zamanlar savaşlar yaşandığına sizi görsel manada inandırmayı başarıyor. Ian McKellen ve Cate Blanchett, serinin finalinde de görünerek 6 filmin tamamında oynayan iki isim oluyor. Bilbo’yu başarıyla oynayan Martin Freeman’ın yanısıra filmin kadrosunda Richard Armitage, Evangeline Lilly, Luke Evans, Orlando Bloom ve Christopher Lee de var.
FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU
Kadınları ve aşkı anlamaya başladığınızı hissettiğiniz bir an gelirse hemen silkinin, bir daha düşünün. Ya herşeyi yanlış anladıysanız? İlişkiler üzerine ilk kitabınızı yazmak için günlerinizi haftalarınızı geçirdiğiniz bir dönemde, karşınıza Müzeyyen adında bir kadın çıkar, bildiğiniz her şeyi unutturuverir çünkü. İlhami Algör’ün aynı ve güzel isimli kitabından esinlenilerek yazılmış bir öykü bu. Böylesine, iki kişiye odaklı duygusal bir filmin başrolleri iyi seçilmeli, ki öyle de yapılmış. Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları arasındaki kimyanın tutup tutmadığını merak ediyorsanız, “Behzat Ç”de ikisinin birlikte göründüğü herhangi bir sahneyi izlemeniz yeterli.
Hem Beşikçioğlu, bu rol için fiziksel açıdan pek değişime de gitmemiş. Onun yeteneğindeki bir aktör için şart da değil zaten. Hala kuşkunuz varsa, filmi “Behzat Ç”nin duygusal bir bölümü olarak izlemeyi de tercih edebilirsiniz. Kamera arkasındaki Çiğdem Vitrinel, ilk filmi “Geriye Kalan” ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülüyle dönmüştü. Filmin müziklerini yazan Harun Tekin’in yanı sıra oyuncu kadrosunda Derya Alabora ve Ege Aydan (Behzat Ç.’nin abisi!) de var. Ayrıca özenli afiş çalışması için de tebrik etmek lazım. Çünkü bizde malum, filmde oynayan hemen herkesin pozu, yanyana kafalar halinde afişte mutlaka yer alacak diye bir kural vardır(!)
KIRIMLI
Hollywood’da dönemsel bir savaş filmi çekecekseniz öncelikle sağlam bir bütçe, hazırlıklar için yeterince süre, sonra düzgün at sürebilme gibi becerileri olan yeterince sayıda oyuncuya ihtiyacınız var demektir. “Kırımlı”da bu ihtiyaçların ne kadarı karşılandı bilinmez ama ortada bolca cesaret isteyen samimi bir çaba olduğu muhakkak. Cengiz Dağcı’nın 1956 tarihli romanı “Korkunç Yıllar”dan yola çıkılarak senaryolaştırılan filmde, Sadık Turan’ın hikayesine tanıklık ediyoruz. 2. Dünya Savaşı zamanı.
Sadık, diğer Kırım Türkleri gibi cepheye gider. Savaş sırasında Almanlara esir düşer. Bir süre sonra roller değişmeye başlar. Almanlar, Kırım’ı Ruslardan kurtarma vaadiyle Türklerden oluşan bir birlik kurar. Sadık bunun oyun olduğunu anlar ama Kırım’ı gerçekten kurtarmak için bir fırsat olarak görür. Dahası, bu esnada hayatının aşkıyla da tanışır. Yönetmenliğini Burak Arlıel’in yaptığı filmin başrollerinde Murat Yıldırım ve Selma Ergeç var.
EXODUS: TANRILAR VE KRALLAR
Yönetmenliğini Ridley Scott’ın yaptığı bir filmi karşınızda bulduğunuzda durup düşünmek gerekir. Hele Hz. Musa’nın hayatını anlatan epik bir filmse bu, görkemli sahneler bolca demektir. Üstelik, “Kingdom of Heaven”daki Orlando Bloom tercihinden sonra başrol seçimi konusunda daha da titiz davranmaya başladı büyük usta. Hz. Musa’yı Oscarlı İngiliz aktör Christian Bale oynuyor mesela. Filmin adı ise sümerolog Zecharia Sitchin’in kadim metinlerden yaptığı çevirilerle oluşturduğu teorilerini, binlerce yıl önce “Tanrılar” ve insanlar arasındaki savaşları hatırlatıyor ilk bakışta. Ama filmin pek o taraklarda bezi yok.
Herhangi bir alternatif sunduğu da yok. Hikayeyi olabildiğince klasik biçimde anlatıyor. Musa ve Ramses, birlikte yetişen iki genç. Kardeş gibiler. Ramses firavun olur, Musa ise peygamber. Ama Ramses tanımaz onu. Musa 600 bin köleyle yolculuğa çıkar. Amacı “vaadedilen topraklara” ulaşmaktır. Evet, tüm konu bu. Christian Bale’in filmle ilgili bir röportajda sarf ettiği “Musa galiba şizofrendi” sözlerinin yankısı ve Yahudi lobisinin aşırı beğeni ifade eden yorumları dışında görüntü yönetmeni Dariusz Wolski’nin filmi ayağa kaldıran özenli çalışması ön plana çıkıyor. Buna, Ramses rolündeki Joel Edgerton’u tanımamızı zorlaştıran makyaj çalışmasını da ekleyebiliriz. Sonuç olarak, geçmişinde “Blade Runner”, “Alien”, “Gladiator” gibi farklı türlerde başyapıtlar çıkaran Scott’tan daha orijinal fikirler beklemek hakkımız olmalı.
BİRE BİR
Kim Ki-Duk ne çekse izleriz deseniz bile önümüzde hayli zorlayıcı bir film var. Güney Koreli sinemacının son işi, “intikam” temasına sımsıkı bağlı yine ama bu kez şiddetin dozu çok yüksek. Liseli bir genç kız, bir grup tarafından kaçırılır ve tecavüze uğradıktan sonra vahşice öldürülür. Kötü adamlar 7 kişidir. Askerlerden oluşan intikam timi hazırlanır. Katillere tek tek ulaşılacak, yaptıkları burunlarından fitil fitil getirilecektir.
Kim Ki Duk’un içerdiği şiddet nedeniyle seyirciyi ikiye bölen filmi ülkemizde Filmekimi programında görücüye çıkmıştı. Venedik Film Festivali’nde ise Fedeora ödülünü kazanmıştı. Başrollerde Dong Seok Ma, Young-Min Kim, Yi-Kyeong Lee ve Tee Yoo var. İntikam filmlerini seviyorsanız, şiddet sahneleriyle de aranız bozuk değilse, ilginç bir deneyim olabilir.
ÖZGÜRLÜK DANSI
Ken Loach usta İrlanda’da geçen öyküsünde Katolik kilisesinin yobaz tutumuna rağmen ayakta kalmaya çalışan ifade özgürlüğü savaşçılarını anlatmış. Aktivist Jimmy Gralton’ın 1920-30’larda geçen hikayesi bu. Kasabada açtığı halk salonunda her türlü fikrin özgürce tartışılabilmesi, bazı çevrelerin öfkesine neden olur. Jimmy bu nedenle hayatının on yılını ülkesinden uzakta, sürgünde geçirmek zorunda kalır. Döndüğündeyse ülkesini değişmiş bulur. Eski defterler yeniden açılır, eski düşmanlar yine peyda olur.
Düşmanlara yenileri de eklenir ama Jimmy bu kez daha cesurdur. Halk salonunda toplanan insanlar için cadı avcı da başlatılsa, hedef de gösterilse bu kez geri adım atmaya niyeti yoktur. Ken Loach, ifade özgürlüğü için tıpkı günümüzde olduğu gibi geçmişte de savaşlar verildiğinden, türlü kahramanlıkların yaşandığından yola çıkmış bu kez. Sanattan spora kadar her konuda düşünerek ve eğlenerek yaşayan bu insanlardan “otorite”nin duyduğu rahatsızlık, her dönem geçer akçe zaten. Bunu da Ken Loach’tan başka böylesine samimi, afacan ve hınzırca bir zekayla anlatacak bir sinemacı bugünlerde fazla bulunmuyor.
RİMOLAR VE ZİMOLAR: KASABADA BARIŞ
Ülkemizde çekilen ilk kukla filmiyle karşı karşıyayız. Ortalık sevgiden geçilmiyor yalnız. Rimo ve Zimo, birbirine düşman iki kasaba. Aralarında kocaman bir çöl var. Düşmanlığın sebebi, aslında bilinmezlikten duyulan korku. İki kasabanın sakinleri de yıllardır birbirlerinden nedensizce çekiniyor. Ta ki kahramanlarımız Minnik ve Bızdık, çölün ortasında kalana kadar. İkili burada Zimolu bir aileyle karşılaşıyor, ardından kasabaların kaderini değiştirecek bir macera başlıyor. Ama dedik ya, saf sevgi dolu bir dünya burası.
Öyle aşırı kötücül şeyler beklemeyin. Hatta biraz zorlarsanız “korku neydi, korku bilmemekti” gibisinden bir mesaj bile çıkarabilirsiniz. Yönetmenliğini Nermin Er-İsmet Kurtulmuş ikilisinin yaptığı bu sevimli filmin seslendirme kadrosunda Yekta Kopan, Ezgi Mola, Janset Paçal ve Şevket Süha Tezel var. Ailelerin çocuklarıyla izleyeceği türden bir film.
YAĞMUR: KIYAMET ÇİÇEĞİ
Öncelikle filmin Kazım Koyuncu üzerine biyografik bir çalışma olmadığını söyleyelim. Her ne kadar başroldeki Engin Hepileri, saç, makyaj ve verdiği kilolarla bu ölümsüz sanatçıya benzemeyi başarmışsa da öykü, kurmaca yan hikayelerle başka bir yere evriliyor. Kaldı ki, Koyuncu’nun gerçek hayat hikayesi de filmde anlatıldığı gibi değil. Kurmaca karakterlere gelince. Elena, Çernobil faciasından sonra kocasını kanserden kaybedip oğlunun da kansere yakalandığını öğrenince tedavi için Türkiye’ye gelir. Bir gün Trabzonspor forması giymeyi hayal eden futbolcu Şenol, onu ilk gördüğünde aşık olur. Bir de amigo Ahmet vardır. Bordo-mavili takım son maçta şampiyonluğu kaybedince kahrolur. Bir de Seher vardır. Kazım yıllar sonra memleketine döndüğünde çocukluk aşkı Seher’le karşılaşır.
Yönetmen Onur Aydın, filminde bir tür “kesişen hayatlar” konseptinin peşine düşmüş. Hayatlar kesişiyor kesişmesine de film tam olarak neyin peşinde, Kazım Koyuncu bu filmin neresinde, gibi sorular var ortada. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “SİYAD en iyi film” ödülünü alan filmin başrollerinde Hepileri’nin yanısıra Altan Erkekli, Elena Viunova, Devrim Saltoğlu ve Settar Tanrıöğen de yer almış. Filmin afişi ise, tam da “.. Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” yazımızın son cümlesindeki hali anlatıyor.
SAFARİ MACERASI
Bu hafta vizyona gireceği açıklanan “Safari Macerası”, film deneyiminden ziyade adından da anlaşılacağı üzere sizi Afrika’da gezintiye çağıran bir belgesel. Üç boyutlu çekilen filmde Namibya’dan başlayıp Kilimanjaro dağlarına kadar olan coğrafyadaki türlü canlıyı yakından izliyorsunuz.
Aslanlar, leoparlar, gergedanlar, filler ve milyonlarca yarasa. Yönetmen Ben Stassen ve görüntü yönetmeni Sean MacLeof Phillips’in gerçekten büyük emek harcadığı muhakkak. Ama benzer belgesellere, televizyonunuza bağlı dijital kutunuzdaki kanallar arasında dolanırken rastlamanız da olası.
SH 12.12.2014
|
|
|