TANGO: BİR TUTKUNUN TARİHSEL YOLCULUĞU
BM tarafından Dünya Kültür Mirası'nın bir parçası kabul edilen tango sayesinde Arjantin ile Uruguay arasındaki anlaşmazlık bitmek üzere.
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tango müziğini ve dansını dünya kültür mirasının bir parçası ilan etti. Bu karar Arjantin ve Uruguay’ın ortak isteği üzerine 24 üyeli Hükümetler Arası Kültürel Miras Komitesi tarafından alındı.
Komitenin Abu Dahabi’de yapılan ve 400 uzmanın katıldığı toplantısında tango insanlar için koruma altına alınmaya değer gelenekler arasında görüldü.
Şimdi bu karardan mutlu olanlar ile birlikte hoşlanmayanlar da var. Onlar tangonun içinin boşalacağını düşünen kişiler. Ancak sevinen kısım binlerce kaydedilmemiş şarkıyı arşivlemek ve tangonun özgünlüğünü kaybetmemiş bir sanat formu olarak kalmasını sağlamak için dünya çapında akademiler kurma hayalini kuruyor.
Bir de iki ülkenin ortakdaşa verdiği öneri var, topraklarından geçen nehrin adını taşıyacak Rio de la Plata Tango Orkestrası’nın kurulması.
Zaten tangonun koruma altına alınma isteği Arjantin ile Uruguay arasında uzun süredir süren bir savaşı bitirmişti. Tangonun esas doğum yeri Rio de la Plata. Burası iki ülkenin topraklarından geçen nehrin adı.
TANGONUN TARİHÇESİ
Dans dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cemal Atila tangonun tarihçesini anlattı;
“İspanyollar tarafından 1580’li yıllarda kurulan Buenos Aires, 19.yüzyıl sonlarında çarpıcı ekonomik gelişmelerin yaşandığı bir liman kenti haline gelmişti. Bu türden liman kentlerinin neredeyse tümünde karşımıza çıkacağı üzere, ekonomik cazibenin bir sonucu olarak, Buenos Aires de yoğun bir göçmen nüfusa ve dolayısıyla onların heterojen kültürlerine ev sahipliği yapıyordu. Genellikle kalifiye olmayan işlerde çalışan göçmen nüfus kentin banliyölerinde, adına “arabal” denilen derme çatma mahallelerde yaşamaktaydı.
Hakim Arjantin kültürüne karşılık, bu yoksul banliyölerde tümüyle farklı bir kültürel iklim hüküm sürüyordu. Erkek nüfusun ağır bastığı göçmenler arasında “compadrito” (genç kabadayı) olarak tabir edilen bir figür ön plana çıkıyordu. Yüksek topuklu ayakkabı giyen, fötr şapka ve boyun fuları takan ve bellerinden bıçaklarını eksik etmeyen compadritolar pek de tekin tipler olarak görülmüyordu. Öte yandan, ağırlıklı olarak bu erkek göçmen nüfusa hitap etmek üzere, Buenos Aires’te pek çok genelevi kurulmuştu.
Genelevlerin etrafında oluşan eğlence sektörü, göçmenlerle birlikte Avrupa, Afrika ve Küba gibi ülkelerden gelen müzik ve dans akımlarının iç içe geçtiği ortamlar yaratıyordu. Arjantin’in yerel dansları arasında compadritoların favorisi olan milonga dansı tüm bu etkileşimle birlikte yeni bir çehre kazanıyor ve Afrika ya da Portekiz kökenli olduğu sanılan tango sözcüğü bu yeni dansın adı olarak öne çıkıyordu.
Yoksul genç kabadayılar ile genelev ahalisinin kaderlerinin kesiştiği sefil ve bir o kadar da katı koşullarda ortaya çıkan tango, hiç kuşkusuz Arjantin’in üst ve orta sınıfları ve hatta işçi sınıfının belli kesimleri tarafından şiddetle reddedilecekti. Ne var ki, Arjantin yüksek sosyetesinin iyi eğitimli erkekleri de genelev ziyaretçileri arasında olduklarından, bu yeni akım onlara da sirayet ediyordu. Yüksek tabakaya mensup erkekler, gözden ırak küçük mekanlarda veya garsoniyer tarzı özel mekanlarda tango yapmaya başlıyordu.
Bu kısmi kabul yavaş yavaş tangonun nispeten daha ‘temiz’ gece kulüplerinde ve dans salonlarında icra edilmesine yol açacaktı. Bu aynı zamanda, tangonun doğduğu orijinal ve kapalı ortamdan koparak dışa doğru bir yolculuğa çıkması anlamına geliyordu. Ve bu kopuşun bir sonucu olarak, compadritolara has kaba saba agresif figürler yerlerini daha kabul edilebilir yumuşak, daha az erotik olan hareketlere bırakıyordu. Kendi beşiği olan sefil mahallelerden koparak, figürlerini yumuşatarak ehlileşen tango artık hızla popülerleşebilirdi. Nitekim 1900’lü yılların başında, geniş bir müzik repertuarına kavuşan tango, saygın gece kulüplerinden tiyatro salonlarına dek uzanan geniş bir mekan yelpazesinde kendisine hayat alanı bulmuştu.
Bu yaygınlaşma henüz Arjantin’de tangoya meşruiyet kazandırmamışken, birinci dünya savaşından hemen önce Londra ve Paris’te tango dans ortamlarının gözbebeği olmaya başlıyordu. Üstelik bu kez alt tabakalar falan değil, doğrudan doğruya Londra ve Paris sosyetesi adeta tango çılgınlığına kapılmış görünüyordu. Tangonun Avrupa’da bu şekilde popüler olması, Avrupa’da yaşayan seçkin Arjantinliler için adeta bir kabusa dönmüştü. Kendi ülkelerinde aşağıladıkları bu ucube dansın Avrupa’da aralarında kraliyet aileleri mensuplarının bulunduğu geniş kesimler tarafından benimsenmesini kendileri için bir utanç kaynağı olarak görüyorlardı. Öyle ki, Paris tangoyla coşarken, Paris’teki Arjantin büyükelçiliğinde tango yasaklanmıştı.
Kısa bir süre sonra tango artık belli başlı Avrupa şehirleri ile sınırlı kalmayıp Amerika ve Rusya’ya da sıçrıyordu. Dünya çapındaki bu yaygınlaşma yine kökenini Arjantin’den alan çeşitli red ve yasakları da beraberinde taşıyordu. New York Katolik Kilisesi tangoyu günahkar dans olarak ilan ederken, Almanya’da Kaiser Wilhelm II askerlerinin üniforma ile tango yapmalarını yasaklıyordu. Ancak bu yasaklar hiçbir işe yaramayacak ve özellikle Paris’te daha da ehlileşen, hatta kimilerine göre Fransızlaşan tango birkaç yıl sonra Arjantin’e geri dönecek, üst sınıflardan gönülsüz bir kabul görecek ve Buenos Aires, günümüzde köklü bir gelenek haline gelmiş ilk tango festivallerine ev sahipliği yapmaya başlayacaktı.”
TANGONUN BÜYÜCÜSÜ CARLOS GARDEL
Buenos Aires ve Montevideo’nun işçi sınıfı dans salonlarından doğan ve tutkunun dansı olarak bilinen tangonun en büyük isimlerinden biri kuşkusuz Carlos Gardel. “Carlitos”, “Tango’nun Kralı”, “El Mago” (Büyücü) gibi adlarla anılan Gardel’in doğum yerinin Arjantin, Uruguay ya da Fransa olduğu konusunda iddialar var ama iki yaşından itibaren Arjantin’de yaşadığı kesin.
Tango’nun en büyülü seslerinden birine sahip olan Gardel’in doğum yılı doğduğuyer gibi tam olarak bilinmiyor. Ancak maço tarzıyla bilinen Gardel tangoda bir devrim yaptı ve ilk kez tangoda, aşık olduğu kadın için ağlayan erkeğin dramını seslendirdi.
Gardel ile birlikte tango ABD’de de tanındı ve 1935 – 1952 yılları arasında “altın çağı”nı yaşadı. Bunda 1946 yılında Arjantin’de iktidara gelen Juan Peron ve eşi Evita’nın da rolü büyüktü.
Altı yıl sonra Evita’nın ölümü ile popülaritesi düşüşe geçen tango bir de Arjantin’deki askeri yönetim tarafından yasaklanınca neredeyse unutulmaya yüz tuttu.
1980’lerle birlikte sahnelerde yeniden yerini alan tango eski ününü yeniden kazanmaya başladı.
TANGO NEDİR
Peki Tango denilen şey nedir? Sözü bir Tango ustasına, koreograf ve dansçı Juan Carlos Copes’e bırakalım:
“Tango birbirini arayan erkek ile kadındır. Erkeğin erkek olduğunu kadının dişi olduğunu hissettiği zamanlarda bir kucak arayışı, bir birliktelik biçimidir. Kadın yönlendirilmek ister; erkek yönlendirmek ister. İleride bazı anlaşmazlıklar çıkabilir ama o an geldiğinde önemli olan, eşit, olumlu ve üretken bir diyalog kurabilmektir.
Yükselen ve insana ıstırap veren müzik eşliğinde iki insanın oluşturduğu çift danseder; çift dünyaya karşı savunmasız ve bir şeyleri değiştiremeyecek kadar güçsüzdür. İşte Tango budur.”
NTVMSNBC 23.11.2009
|
|
|