YAZAR VEHBİ BARDAKÇI ANADOLU TURNESİNİ TAMAMLADI
Köşe yazarımız Vehbi BARDAKÇI, Eylül ve Ekim aylarında, yeni bir tasarım ve görünümle Omega yayınlarından çıkan tüm kitapları, “Yarım Kalan Türkü, Kapı Kapı, İnsan Sevdikçe Güzelleşir, Kelebek Vadisi, Özgürlük, Dünyanın En Güzel Kitabı, Evrenin Gizli Boyutları” nın tanıtım ve imza günü kapsamındaki Anadolu turnesini tamamladı..
Turnenin çok başarılı ve güzel geçtiğiniz söyleyen Vehbi BARDAKÇI, süre içerisinde yaşadıklarını Sanatsal Haber okuyucuları için anlattı;
2009 Anadolu turnesi çok güzel geçti. Özellikle Antalya, Kayseri ve Mersin... Antalya’da Ardıç Kitabevi’nin sahibi Mehmet Bey bir keman ustası ayarlamış, içerde imza ve söyleşi etkinliği yapılırken kapının önünde saatlerce klasik müzik çaldı... İnanılmaz güzeldi. Hürriyet Gazetesi’nin Akdeniz Eki muhabirleri geldi. Gazetede çıkan haberleri Mehmet Bey bana ulaştıracak. Etkinlik ayrıca canlı olarak videoya alındı. Mehmet Bey neden böyle davrandı? Çünkü o gerçekten soyu tükenmiş bir kuşağın temsilcisi. Sapasağlam ayakta duran emekli bir öğretmen. Hem de kitap satarak, bilgiyi ve bilimi paylaşarak ayakta duruyor. Günümüz Türkiye’sinde bu kolay değil. Eğitimciliğinin yanısıra kitap işiyle uğraşıyor. Eşi Mücevher Hanım’ın incecik bir şiir kitabı var. Fakat içindeki şiirler kitaptan daha ince. İnsanın içine işleyen, yüreğine dokunan şiirler. “Benim şiir kitabım çıkınca bana böyle bir toplantı yapmadın!” diye hayıflandı eşine. Hepimiz çok güldük. “Mum kendi dibini aydınlatamaz Mücevher Hanım, siz aldırmayın Mehmet Bey’e, kitaplarımla benim eşim de pek ilgilenmez” diyerek onu teselli etmeye çalıştım. Ama ben ayrıldıktan sonra Mehmet Bey’in hali ne oldu, onu bilemem.
Kayseri’de Bilge Kitabevi’nin sahibi değerli dostum Alper Akşit elinden gelen her şeyi yapmış. Önce kitabevinde samimi bir ortamda gerçekleşen güzel bir toplantı yaptık, daha sonra kolej toplantıları gerçekleşti. Kolej müdürü rica etmiş, 9 Kasım için planlanan Sağanak Koleji toplantısını 10 Kasım’a aldık. “Hem böylece Atamızı edebi bir etkinlikle anmış olalım, Vehbi Bardakçı çocuklara Atatürk hakkında bir şeyler söylesin” demişler. Severek, isteyerek ve çok duygulanarak kabul ettim. O gün orda yüreğimi kopardım dalından ve kırmızı bir elma gibi uzattım çocuklara... Nazım Hikmet bunu daha güzel ifade ediyor şiirinde, ama ben gerçekten böyle yaptım... “Atamız işte budur, size unutturmaya çalıştıkları, basit ve iğrenç fıkralarla, (internet sitelerinde bu tür fıkralar dolaşıyor) bilinçli bir karalama ve yok etme politikasıyla sizlere unutturmaya çalıştıkları Atatürk işte budur!” dedim. Çocukların tepkisi gerçekten görülmeye değerdi, ayakta alkışladılar, “Atamızı bize kimse unutturamaz!” diye haykırdılar. Bir kız çocuğu duygulanıp ağladı, konuşmamı bırakıp yanına gittim, onun o aydınlık başını kucaklayıp göğsüme bastırdım...
Ertesi gün, yine Kayseri’de ODTÜ Koleji’yle benzer bir toplantı yaptık. “İnsan Sevdikçe Güzelleşir” adlı kitabımdan “Mavi Gözlü Dev” adlı bölümü okudum onlara. “Nazım Hikmet’i tanıyan var mı?” diye sordum, kimse tanımıyordu... Bir zamanlar “vatan haini” olarak damgalanan bu büyük şairin yıllarca hapislerde yattığını, sonra da kaçarak ömrünün sonuna kadar politik sürgünde yaşadığını söyledim. Bakın bu “vatan haini” olarak damgalanan adam, Kurtuluş Savaşımız ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında neler yazmış?” dedim, onlara şu mısraları okudum: “Bıraksalar / ince-uzun bacakları üstünde yaylanarak / ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı...”
Hani öcüydü bu adam, vatan hainiydi?!.. Şimdi aynı karalama kampanyasının Atatürk’ü sevenlerere karşı yürütüldüğünü söyledim. Şimdi artık “en büyük düşman” Mustafa Kemal Atatürk, çıbanın başı o, Ergenekon’un başı da oydu... O, demokratik açılımların düşmanı, insan haklarının düşmanıydı... Darbeciydi o!.. “Ne mutlu Türküm diyene!” sloganıyla ayrımcılığı o başlatmıştı. Çocuklar buna kahkahalarla güldüler. Çünkü beni çok iyi anladılar...
Sonuç olarak, “biz Atatürk’ü de, Nazım Hikmet’i de çok seviyoruz!” diye haykırdılar. Daha sonra onlara okumanın ve yazmanın erdemlerinden bahsettim. Fakat her şeyden daha çok insanın önemli olduğunu vurguladım. “İnsan hiçbir şeyin uğruna feda edilmemeli, tam tersine her şey insan için olmalı” dedim. Sanıyorum beni çok iyi anladılar.
Bu toplantıların arasında Gesi’ye gittik... Liseli yıllardan sevgili arkadaşım Hürriyet Karadeniz’in köyüne... Yine aynı dönemden devrimci arkadaşlarım da ordaydılar. Mersin’den Ali Asker Günel gelmişti eşiyle. İzmir’den Hasan Tekcan... Kayseri’den diğerleri... Oturup onlarla liseli yıllarımızı andık, geçmişi sorgulayıp günümüz Türkiye’sinin karanlıklarında kaybolduk. Aynı dava için mücadele etmiş, hapislere girip çıkmış, dayak ve işkence görmüş insanlar olarak, şimdi neden böyle ters düşüyorduk? İnsan hakları ve demokratik açılımlar iyi de, ulusal değerlerimiz ve kimliğimiz bu açılımların önünde neden engel olarak görülüyordu? “Kürt” olduğunuzu söyleyince bunun adı “demokratik açılım” veya “azınlık hakları” oluyordu da, “Türk” olduğunuzu söylemek neden suç oluyordu? Atatürk’ü sevmek bile “suç”tu artık... Bunu tartıştık, fakat giderek bir uzlaşma noktası bulunacağına çelişkiler giderek derinleşti.
Mersin Gazetesi’nin organizesiyle Aralık 2007’de, “Kültür Merkezi” olarak da bilinen Devlet Opera ve Bale Salonu’nda “Dünyanın En Güzel Kitabı”nın galasını yaptığımız için, Mersin’de sağlam bir altyapı vardı, o bakımdan güzel geçti. Kitapsan’ın düzenlediği bu toplantıya Ayshelive adlı e-dergiden Ceyda Kozan geldi, yerel gazaeteler ve televizyonlar yakından ilgilenip imza ve söyleşi etkinliğini haber yaptılar. Kanal 12’nin Genel Yayın Yönetmeni ve Fox Mersin Temsilcisi Ali Haydar Coşkunfırat yanıbaşımdaydı, etkinlik boyunca çekim yaptırdı.
Turne’nin Adana ayağı da Kitapsan organizesi olduğu için hemen hemen aynı kalitede geçti, güzel dostlarla tanıştık. Hele Adana Kitapsan çalışanları genç arkadaşlarımın yakın ilgisi ve dostluğu beni çok duygulandırdı. Her şey çok özenli hazırlanmıştı; örtüsüyle, çiçeğiyle, estetiğiyle görkemli bir masa donatılmıştı. Etkinlik boyunca çay-kahve servisi hiç eksik olmadı. Üstelik Kitapsan Genel Müdürü Hakkı Bey bana ilginç bir raslantıdan bahsetti, “bizim patron Hasan Söyümüz sizin lise yıllarından arkadaşınızmış, birlikte aynı dava için mücadele etmişiniz, size selamı var” dedi. Telefon görüşmesi yapmışlar, “keşke onu da görebilseydim” dedim, ama şehir dışında olduğu için bu mümkün olmadı. Mersin’de üç, Adana’da beş ve Konya’da bir Kitapsan... Demek Kitapsan’ın sahibi, o çok ünlü ve koskoca şirketin sahibi benim lise arkadaşımmış ha? Şu işe bakın...
Mersin Büyükşehir Belediye Şehir Tiyatrosu Oyuncusu çok değerli dostum, arkadaşım Necmiye Demir ise hep yanımdaydı. Elim, gözüm, kulağım oldu. Rehberim, ışığım, yol gösterenim oldu. Daha ben Mersin’e gelmeden Öğretmenevi’nden benim için yer ayırttı, bir sonraki durak için telefonla Antalya Öğretmenevi’ni de o ayarladı. Arkadaşlarıyla konuşmuşlar, “Dünyanın En Güzel Kitabı”nı sahneye koymayı düşünüyorlar. Ayrıca hakkımda çıkmış tüm yazıları derleyerek bir kitap yapmayı da düşünüyor. Adana’ya trenle birlikte gittik. Adana toplantısını Mersin’den önce yapıp döndük. O gün, Kızıldere katliamından sağ kurtulan tek kişi, 68 kuşağının efsane isimlerinden Ertuğrul Kürkçü’nün de bulunduğu “Ekmek ve Özgürlük” hareketinin akşam yemeğine katıldık; balık yedik, şarap içtik, davul-zurna eşliğinde halay çektik. O akşam Necmiye Demir sahneye davet edildi. O muhteşem yorumuyla hepimizi duygulandıran bir şiir okudu, sonra büyük sürpriz yaparak beni sahneye davet etti ve çalıştığı tiyatro adına bana bir plaket hediye etti. Bir haftadır her an benimle beraber olan sevgili Necmiye Demir’in bunu benden bir sır gibi saklaması beni çok şaşırttı doğrusu. “Ama saklamasaydım sürpriz olmazdı” diyerek kendini affettirdi. Bana sadece “sana bir sürprizim olacak” demişti. Buymuş meğer.
Seri toplantıların en zayıf halkaları, Ankara İmge Kitabevi ve İzmir Arma Kültür & Sanat etkinlikleriydi. Bu nedenle İmge Kitabevi’nin Genel Müdürü Mustafa Bey, Mayıs 2010’da benimle bir toplantı daha yapacağını, üniversite öğrencilerine yönelik bir panel düşündüğünü söyledi. Ankara’da sevgili dostum Ali Osman Selvi beni özel arabasıyla otogardan alarak evine götürdü. Goa Yayınları’ndan yeni çıkan “Misket” adlı kitabının tanıtım ve imza günü için İstanbul Kitap Fuarı’nda olan sevgili dostum İnci Gürbüzatik, o gün otogara iner inmez evine uğramadan toplantıma koştu ve bana o değerli kitabını imzalayıp verdi. Ertesi gün imza ve söyleşi etkinliğini yaptıktan sonra da Mustafa Akdeniz beni konuk etti. Değerli eşi İlkay Hanım’ın o güzel yemeklerinden yedik, doyumsuz sohbetler yaptık. Ailenin sevimli kızları ve aynı zamanda benim manevi aileme katılan Şevval’ı ve Ayşegül’ü yakından tanıdım. Diğer kızları Begüm de Antalya’da katılacaktı toplantıma. Ertesi gün, Mustafa Akdeniz’in oğlu sevgili Fatih beni arabasıyla Kayseri’ye bıraktı. Kayseri toplantılarından sonra da sevgili dostum Alper Akşit geceyarısı beni Mersin’e götürdü. “Mayıs 2010’da panel için Ankaraya geleceksen, o tarihte Kayseriye’de uğra, bir toplantı da TED Kolejiyle yapalım” dedi. Ona da söz verdik. Aynı toplantıyı Mersin Kitapsan da yapmak istedi.
Bunlar belki de yaptığım turnenin hiç unutamayacağım en güzel yönleriydi. Amaç eğer dostluksa, dostluk ordaydı. Paylaşımsa, en güzel şekliyle ordaydı. Sevgiyse, tüm renk tonlarıyla sevgi ordaydı... Ben Mersin’den ayrılırken sevgili arkadaşım Necmiye Demir’in hüzünlenip ağlamaklı oluşunu nasıl unutabilirm ki? “Uzun zamandır ağlamamıştım, gidişin çok zoruma gitti” diye mesajlar attı ve sonunda beni de ağlattı. Mersin sokaklarında şimdi kiminle koşuşturacak, sabahları kiminle kahvaltı yapacaktı? Sevgi bağlarıyla güçlenen ilişkilerde birliktelik ne kadar huzur ve mutluluk vericiyse, ayrılık da o kadar hüzünlü, o kadar acı oluyordu...
Etkinlikler zincirinin İzmir halkası benim için başka güzelliklere vesile oldu. Otuz yıldır görmediğim sevgili dayım Mehmet Dalaslan’ı ve Mukaddes Yengemi... kuzenlerim Hülya, Derya, Deniz ve Zuhal Umay’ı gördüm... İlgiyi, dostluğu, sevgiyi gördüm. O gece bırakmadılar yola, geceyi birlikte geçirdik. İnsan olabilmenin güzelliklerini paylaştım.
Turnenin başlangıç noktası İstanbul Kitap Fuarı’nda hayatımın en büyük hediyesini aldım. Genç bir üniversiteli kız, imzalı kitaplarımı almak için bir hediye paketiyle geldi. Paketin içinden çerçevelenmiş karakalem portrem çıktı. Bir yazar için bundan daha mutluluk verici ne olabilir ki? Kaç yazar okurundan böyle bir hediye almıştır? Tüm içtenliğimle söylüyorum, ben bu hediyeyi Nobel’le değişmem. Değişirsem okurlarıma ve yazdıklarıma ihanet olur.
Kitaplarım “çok” satmıyor belki, ama bu turnede gördüm ki, “çok” seviliyor. Taa İzmit’ten elinde pişmaniye paketi ve yanında küçük oğlu Arda ile imzalı kitap almaya gelen sevgili Ayla Bozkurt, fuar etkinliğinden sonra beni akşam yemeğine davet eden sevgili Gül ve Orhan Karagöz kardeşler, beni evinde konuk eden ve ayrıca Radikal Kitap Eki’ne “Kelebek Vadisi”yle ilgili tanıtım yazısı yazan sevgili Hürriyet Karadeniz ve tabii Semçe... bana elinin emeğini, gözünün nurunu... karakalem portremi ve hayatım boyunca unutamayacağım hediyeyi, yüreğinin hazinesini veren canım Semçe... “Çok” satan kitaplarım olacağına, “çok” sevilen kitaplarım olması işte bu nedenle tercihimdir. Bu nedenle benim holding yayınevleriyle ve her yıl üretilen “star yazar”larla bir rekabetim yok. Benim rekabetim kendimle... bu sevgi seli ve dostluk, bana daha güzel kitaplar yazmam konusunda inanılmaz bir güç vermiştir. Antalya’dan ayrılırken, “artık yazmaktan hiçbir zaman yakınmayacak ve hiçbir zaman yorulmayacağım” diye okurlarıma söz verdim.
İstanbul’a dönünce de bu seyahati canım kızımla... dünyalar tatlısı manevi kzım Ceren’le noktaladım. Şimdi artık çok uzaklardayım. Uzaklarda, taa uzaklardayım. Berlin’den hepinize sevgiler gönderiyorum. Türkiye bir uğultu gibi dönüp duruyor beynimde. Fakat aslında çok yakındayım. Tüm sevdiklerim benimle. Ben de her zaman beni sevenlerle birlikteyim...
Sanatsal Haber 9.12.2009
|
|
|