ANKARA KİTAP FUARINDAN NOTLAR
17 Ocak 2016’da biten Ankara kitap fuarında son üç gün imza günlerim vardı. Sağolsun Ahlat Kültür Sanat Vakfının değerli başkanı İlhami Nalbantoğlu, beni üç gün masalarında konuk ettiler. Son Bitlis gezimden sonra yazdıklarımla onların misafiri olmayı çoktan hak etmiştim.
“Okulda Zihin Terörü” kitabımı imzaladım ve Okuma Yazma DVD armağan verdim.
Geçen yıl DVD armağan ettiğim bir aile yanıma geldi, sevinçten uçuyorlardı, sarılıp elimi öptüler, teşekkür ettiler. Kızına okula başlamadan dik okuma yazmayı bu şekilde evde kısa sürede öğretmişler. Onlara, 20’ye kadar toplama çıkarmayı da öğretin, çocuğunuz 2.sınıftan başlasın demeyi unutmuşum. Böyle örnekler artıyor, seviniyorum. Kitabımı başkalarına armağan etmek için aldılar, bu da bir başka güzellik.
Fuarda etrafımız sahaf doluydu. En sevdiğim iş hepsini bir arada bulmuşken aile dedemiz Aka Gündüz’ün (Hüseyin Avni Finci) kitaplarını toplamak. Bunları Rize’ye götüreceğim. Orada Mayana adıyla bir kültür işliği yaptırıyorum, müzikoloji etkinliklerimi bir süre sonra orada yapacağım ve kitaplığın bir bölümü Finci bir bölümü Morgül dedelerimizin müzesi olacak. Bazılarını ikinci üçüncü kez satın alıyorum, onları Finci yeğenlerime hediye veriyorum.
Yeni aldıklarım:
1-Aka Gündüz, 1938 (Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve Eserlerinden Parçalar)
2-Bebek, 1941 (Orijinal kapak, ressam Münif Fehim)
3-Onların Masalı, 1933 (Orijinal kapak, ressam Münif Fehim)
4-Tank Tango, 1940
5-Bir Kızın Masalı, 1954
6-Üvey Ana (1975, Talim Terbiye Kurulundan tavsiyeli)
7-Dikmen Yıldızı, 5.baskı, 1990.
Sahaflardan bir de eski nota dergisi aldım. Selahattin Pınar’ın besteleri var içinde. Kültür evimin müzik arşivinde mutlaka olması gerekenlerden, çocukluğumdan babamın uduyla çalarak söylediği ve babamın özgün sesini tek hatırlayabildiğim “Bir bahar akşamı” şarkısının notası bu dergide var, onun için aldım. Sahaflardan birinde, adını vermeyeyim, yüksek sesle “Aka Gündüz kitapları arıyorum” deyince, “O Ergenekon” dedi satıcı. Dedemin Türkçeci olmasına böyle diyenler var. Hemen refleks olarak dedemi savundum, “Ben de Ergenekon’um” dedim, pek bir bozuldular. Oysa sahafın tabelasında Oğuz beylerinden birinin adı vardı, tuhaf çelişki.
Eğitimle ilgili ayaküstü söyleşilerim oldu. Kulak misafiri olan karşımızdaki Global Yayıncılıktan iki yakışıklı ellerinde bir demet Adnan Oktar kitabıyla son gün yanıma geldi, hediye etmek istediler, reddettim. Son yıllarda her şeyden porno fışkırıyor, bunları silikonlu kızlarıyla ektikleri de oydu, içim kalkıyor artık.
Çok enteresan bir yerde daha porno çarptı gözüme. Fuarda “el-Mustafa” adında bir özel İran üniversitesinin tanıtımı vardı, Tahran’da Sosyal Bilimler okumuş bir delikanlı orda tanıtım yapıyordu, okulun adında ilk harf küçüktü, yanlıştı. Nerden gelir akarı belli değil, dünyanın parasına fuarlara giderler. Delikanlı Farsçadan çevirisini yaptığı bir kitabı bana hediye etti. Sabah kitaba bir göz attım, keşke bakmasaydım, ilk Müslüman olanlardan Zekeriya adlı bir çocuğun kendi annesini Müslüman ettiği satırlar önüme geldi, ancak “annesinin ölüsünü kendisi yıkadı” şeklinde akıl dışı mide bulandıran bir cümle kullanılmış. “Annesi Müslüman olarak öldü” diyecek ya, bunun yerine çirkin ve yanlış bir şey yazılmış. Oysa tarih boyunca kadın ölüleri erkekler yıkamadı. Böyle bir şeyi Müslüman bir yazar nasıl basar dağıtır? Tıpkı Hz.Muhammed’in Hayatı adlı 5.sınıf ders kitabındaki “Umame adlı minik kız torunu omuzlarındayken mescitte namaz kıldırdı” diye uydurarak yazmak gibi, bunun uydurma olduğu belli.
Fakat, yeni neslin beynine bunlar boca ediliyor. Sonuçlarını nasıl göreceğimizi tahmin edebiliyor musunuz?
İran’da özel üniversiteler açılmaya başladı ve adına “özgür/azad üniversite diyorlar. Parası olana özgürlük... Böyle kapitalist özgürlükle hiçbir sosyal devletle bağdaşmaz. Küresel merkezden pompalanan pornoya bu şekilde açılan üniversitelerle direnmek hiç mümkün değildir.
......
İran ambargosu kalktı diye sevinemiyorum.
Bugün küresel petrol patronları Tahran’daydı.
“Eyvah” dedim. Ahtapotlar kollarını birleştirmeye başladıysa İran’ı sıkboğaz edecekler demektir. Tıpkı İskender komutasında ilk birleşik Atina-Roma-Selanik-Bizans emperyal ordularının Akmenid Pers İmparatorluğunu işgal etmesi gibi.
Kendi parası Kuruş’u basarak borç almadan yaşayan, borç köleliğini yasaklayan, bunu da altın silindire yazan, ilk EGEMEN millet diye tarihe geçen Akhamen devletini Avrupalı emperyal krallar İskender eliyle işgal etmişlerdi. Şimdiki emperyalist tekellerin birleşik askeri örgütü olan NATO onun kopyasıdır ve yine Asya’ya karşı yine borç veremedikleri sosyal devletlere karşı kurulmuştur.
Tahran’a bugün, “senin parana el koymuştum, yıllarca kullandım, al şimdi faiziyle veriyorum, bak sen de kazandın” diyorsa, bunu da İran’ın zaferi diyerek sunuyorsa, iyi numaradır!
Yağmacı İskender, kutsal Şamani kitap Avesta’yı ve kütüphaneleri yaktığı için İran halkı ona “Lanetli İskender” der. İskender’in arkasında 700 kişilik hazine toplayıcı Ekustriyani Yahudi şövalyeleri vardı. Yine bir Yahudi olan Marks onlara Primitif Akümülatör “ilkel sermaye toplayıcıları” demişti. Akmenidler için de borç almadan yaşayan İlkel Komünal Toplum demişti, ben araştırdım, gezdim gördüm, muhteşem bir uygarlık bıraktılar, onlara ilkel kavim demek hiç yakışmıyor.
Bugünkü petrol kralları ogünkü yağmacı Ekustriyani Yahudi şövalyelerin torunlarıdır. Bugün Tahran’a üşüştülerse mutlaka yine bir kurnazlık düşünmüşlerdir. Bunlara halkımız “ciniuz” der. Bunlar geçtikleri sahillerden erkek çocukları kaçırır köle satarlardı.
Demek ki ciniuzler önce özel Azad Üniversiteleriyle girmişler!!!
....
Evet, pornoyu bile ders kitaplarına sinsice sokabilen savaş kralları çocuklarımızı özellikle hedef seçmiştir. Neden erken yaşta porno virüsü atılıyor beyinlerine, düşünelim. Aynı süreçte hormonlu gıdalarla şişirilmiş bedenleri, bir yandan elektro manyak oyuncaklarla ve şu ders kitaplarıyla zihinleri sessizce mayınlanmış...
Çocuklarımız bu halde, önlerindeki tehlikeyi algılamaktan yoksundur. Ve biliyoruz ki akıl gerilediği zaman kontrolsüz hayvani duygular öne çıkar ve galiba istenen de bu.
Yeni neslin zihinsel ve ruhsal saldırı altında olduğunu gösteren bir işaret de intihar eden ortaokul kız çocuğumuz. Sebebi sınavda başarısız olmak diye gösteriliyor, ancak kazın ayağı öyle değil, çocuklarımızın hayatla bağları çok zayıflatıldı, direnecek güçleri kalmadı, onları hayata karşı güçlü kılacak şeyleri onlara sunmuyor tam tersine test-başarısı odaklı çocukların başlarına çöküyoruz.
Hani çocuğa ferahlama getirecek kendini sahnede alkışlayacağımız toplu sosyal etkinlikler, nerde? Alkış alan çocuk hayatla barışık olur, bu yönünü geliştirir, bu kuraldır. Çocuk ”Ben başarısızım” demeye odaklanıyor. Çocuğa pozitif enerji alacağı hiçbir şey vermiyoruz.
Lütfen Hayat Bilgisi kitaplarına bir bakın, sürekli olumsuzluk yükleniyor çocuğunuza, ne bekliyorsunuz daha. Minicik beyinlerinde pek çok kötülük virüsü var, bunlarla boğuşuyor bu çocuklar, hiç farkında değilsiniz. Onları okuldaki zulümden kurtarmak için hiç çaba göstermezken üstelik “ne yapalım başka çaremiz yok” cümlesini her gün onun karşısında söyleyen sizsiniz. Çocuk annesinin yüzündeki çaresizliği davranış olarak kopyalıyor ve ilk önce “yapacak bir şey yok” cümlesini ondan öğreniyor. En güvendiği ailesi bile çaresizliği öğretirken bu çocuk bu zulmü nasıl göğüsleyecek?
Elbirliğiyle çocuklarımızı perişan ediyoruz, günahımız çok büyük, er geç acı sonuçlarınızı toplum olarak yaşayacağız.
Fuarda, bu sorunu daha önce konuştuğum Hulki Cevizoğlu ile karşılaştım, aylar önce bu ders kitaplarını konuşalım diye bana söz verdiğini anımsattım. Verdiği sözü hatırlatmamdan rahatsız olduğunu hissettim, bitti. Daha önce kimlere, hangi yazarlara, hangi programcılara konuyu taşıdım, inanamazsınız. Sabahattin Önkibar, Nihat Genç, Mustafa Mutlu... Çocuklarımız maalesef Ulusal Kanal’da bile sahipsizdir.
Fuarda imzaya gelen yazarlardan Ataol Behramoğlu’nun yanına uğradım, Tevfik Fikret Lisesinin kendi Türkçe kitabında ona hakaret vardı, haber vermiştim. Bir şey yapmış mı diye sormaya gittim. “Ne yapayım, bir de bunlarla mı uğraşayım” dedi. Köşesinde bile iki satır söz etmedi. O kitapta Nazım’a da diğer şair ve yazarlara da aynı şey yapıldı, susulur mu? Bari genel olarak böyle bir şikâyet var diye söz etseydi, etmedi.
Bunlara susmak çocuklara yapılan zulme göz yummaktır. Önce çocuklarımızı kurtarmalıyız demeyene bundan sonra benden selam yok.
Biz, aydınlar, yazarlar olarak çocuklarının yaşadığı zulme kör sağır duruyorsak, bunun sonuçlarını çok acı biçimde bu toplumda yaşayacağız demektir. Önce bu yazarlar kendi yazdıklarını okutacak insan bulamayacaklar. Hem çocuklara doğru düzgün yazılmış bir ders kitabı verilmesine kalemini kıpırdatmayacaksın, hem senin kitaplarını alsın okusun diye bekleyeceksin, böyle olmaz.
Demem o ki, fuarda çok yazar vardı ama çocuklar için kalem oynatan yoktu.
Çocuk beyinlerine bu yaşta yapılan tahribatın geri kurtarılması çok zordur, çok uzun yıllar alır. Toprağı zehirlemek kolay, geri temizlemesi zordur, yüz yıllar alır, bu böyle. Çocuklarımızın beyinlerini zehirli atıklarla dolduran bu ders kitaplarından onları kurtarmakla başlamalıyız.
Küresel piyasacı MYK yasasını derhal kaldırmalıyız. Getirecekleri yeni anayasanın bir hükmü de bu hukuksuz yasaya şemsiye olacak şekilde küresel eğitim pazarına serbestlik (pornocu özgürlük!) hükmü olacak, devletin tanımından “sosyal devlet” kalkacak, yerine “piyasa ekonomisine bağlı devlet” ifadesi gelecek. Bunu da not edin.
Ankara 10.Kitap Fuarında çocuklu anne babalar vardı, çocuklarının elinden tutmuş gelmişlerdi. Seyirlik bir yere gider gibi. Ama çocuklarının okul çantasındaki kitaplardan haberleri yoktu, işte acınacak halimiz budur.
Çocuklarımızı okulda zihin teröründen korumak için lütfen bir adım öne...
Mahiye MORGÜL 21.01.2016
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|