BENİM MAZİM KİRLİ
İSTERSEN BENİMLE EVLENMEYEBİLİRSİN SEÇİM SENİN.
Aydemir ve Sema büyük bahçeli şirin evde kahvaltı sonrası oyun oynamaya başlamıştı. Şehriban Hanım’ın misafirler için ayırdığı odaya girmek oyunların en güzeliydi.
Saman sarısı renginde, hafif kabartmalı desenli üç tekli koltuk, ortada uçuk bir pembe üzerine krem rengi belir belirsiz desenli dikdörtgen şeklinde bir büyük sehpa ve karşılıklı olarak yanına konulmuş iki küçük yan sehpa, hafif krem rengi ve bordo karışımı Isparta halısının tam ortasında duruyordu.
Meyve ağaçlarıyla dolu yeşil arka bahçeye bakan huzurlu misafir odasında yine halıya uygun pastel yeşil renkli perdeler ve annenin özenle ördüğü krem renkli dantel tül perdeler camları süslüyordu.
Her zaman temiz ve düzenli olan bu odada her biri birbirinden yaramaz çocukları zapt etmek ve odaya girilmemesi sağlamak annenin hünerli yönetimiyle sorunsuz devam ediyordu. Çocuklar misafir geldiği zamanlar dışında kendilerine yasak olan bu odaya bir yolunu bulup girmeyi başarıyordu. Girdiklerinde Başta saklambaç olmak üzere oyun oynuyorlardı.
En küçük kız annesinin yanından ayrılmaz, annenin maharetli elleriyle yaptığı yemeklerin, tatlıların, kurabiyelerin yapılışını dikkatle izlerdi.
Henüz dört yaşında ve anne ve babanın deyimiyle ''Tekne kazıntısı'' olduğu için fazla sevilen ve bu sevilmeyi de kendisinden iki yaş büyük ablasına ve üç yaş büyük ağabeyine karşı biraz adaletsiz kullandığı oluyordu.
Anne çocukları kısa bir süreliğine evde bırakıp, yakın bir komşuya gitmeden önce üçünü de yaramazlık yapmamaları konusunda tembihlerdi.
Eve döndüğünde önce Aydemir’e, sonra Sema‘ya
- Çocuklar ben yokken yaramazlık yaptınız mı?
- Yok, anne yapmadık.
- Doğru söyleyin.
- Vallahi yapmadık.
- Yok, suratınızda tuhaf bir ifade var sizin.
Yanında sessizce bekleyen en küçük kıza sordu.
Küçük kız sıranın kendisine geleceğinden emin bir yüz ifadesiyle sabırla sırasını bekliyordu. Annesinin tepeden bir tokayla bağladığı ve kafasının tam tepesinde dimdik duran saç tutamı, kısa kesilmiş kâkülleri, parlak yeşil gözleri ve bilgiççe bir çizgi halini alan dudakları ve müzevirliğe hazırlanan yüz ifadesiyle sessizce konuşma sırasının kendisine gelmesini bekliyordu.
- Güllaç ne yaptı bunlar? Sen yalan söylemezsin biliyorum.
Aydemir ve Sema önce birbirlerine, sonra Güllaç’a. baktı.
Güllaç onlara bakmadan annesine;
- Anne ikisi de çok fena yaramazlık yaptı. Sen gider gitmez önce misafir odasına girdiler. Ben girmedim ama. Yani girdim de ne yapıyorlar diye sana söylemek için girdim. Koltukların üzerine çıkıyorlar, sonra iniyorlar tekrardan odada dönüp dolaşıp yakalamaca oynuyorlardı.
- Doğru söyle sen de onlarla yaramazlık yaptın mı?
- Yok, anne ben hiç yapar mıyım?
Yıkıldı Aydemir ile Sema, oysa bazı oyunları o da oynamıştı onlarla. Bu haksızlık, bu haksızlık diye baktılar birbirlerine hiçbir şey konuşmadan, anladılar birbirlerini.
Anne ayağından çıkardığı terliğin birini önce Aydemir’e fırlattı, Aydemir çevikçe savuşturdu terliği, diğer terliği de Sema’ya doğru fırlattı Sema terliği havada tuttu ve annesine;
- Vur anne vur kaçmıyorum, buradayım ben.
Anne şaşırdı biraz ne yapacağını bilemedi Sema’nın gözlerine baktı. Ağlamıyordu kız yüzündeki meydan okumayı seçti Şehriban.
- Bir daha yapacak mısınız diye sordu ikisine de.
- Yok, anne yapmayacağız dedi Aydemir ve Sema birlikte yapar mıyız hiç!
Sonra Güllaç’a döndü anne.
- Aferin kızım sen bana hep doğruyu söyle, söyle ki artık yaramazlık yapamasınlar tamam mı?
Güllaç üzgündü. İşlerin buraya geleceğini anlayamamıştı. Sevilmek güzeldi ancak daha çok sevilmek daha da güzeldi. Sevilmek için yanlış şeyler yapmak peki, yok dedi uzaklaştırdı kafasından.
Fırtına geçmişti. Anne mutfağa girdi. Akşam yemeğini hazırlamaya koyuldu. Sema ve Aydemir bir boşluk bulup Güllaç’ı sıkıştırdılar,
- Nasıl yaptın bunu, sen de oynamadın mı bizimle. Bizi nasıl şikâyet edersin, sen görürsün bir daha oyunlarımıza almayacağız seni, sen görürsün.
Güllaç üzgün ve annesinden aldığı güvenle güçlü, omzunu silkti ve mutfağa annesinin yanına gitti.
Yine bir gün Aydemir ve Sema sessizce misafir odasının kapısını açıp içeri girdi. Saklambaç oynuyorlardı. Güllaç ebeydi. İkisi de Güllaç’tan saklanıyordu. Koltuğun arkasına saklandılar. Birisi bir koltuğun, diğeri de diğer koltuğun. Güllaç’ın gelmesini beklerken Sema yerde gördüğü küçük barbunya fasulye tanesini aldı ağzına attı. Dişlerinin arasında ısırdı çıt diye bir ses hissetti. Tadı çok tuhaftı tükürdü. Kafasını kaldırdı. Aydemir şaşkın gözlerle onu izliyordu. Sema, ‘’ne kadar kötü tadı bunun bu nasıl barbunya’’ demeye kalmadan.
Aydemir;
- Sen ne yaptın, Kara böcek yumurtası ısırdın, yerde bulduğun şeyi nasıl ağzına atarsın.
Güllaç da gelmiş saklambaç oyununu bırakmış, ağabeyi ve ablasını izlemeye başlamıştı. En çok korktukları kara böcek yumurtasını ısırmış ablası, Allah’tan çiğneyip yutmamış.
- Hayır dedi o kara böcek yumurtası değil o barbunya dedi Sema ağlamaklı bir sesle.
Aydemir ısrarlı;
- O kara böcek yumurtası, sen kara böcek yumurtası yedin, nasıl yaptın bunu. Sen kara böcek yumurtası yedin.
- Hayır, hayır diyerek ağlayarak banyoya koştu Sema, ağzını yıkıyor, tekrar tekrar yıkıyor o iğrenç tattan bir türlü kurtulamıyordu. Ben ne yaptım ben ne yaptım ben bunu nasıl yaptım.
Anne, kızın ağlamasını duyup yıldırım hızıyla geldi mutfaktan çocukların yanına.
- Ne oldu? Yine hangi domuzluğu yaptınız? Aydemir ne oldu, ne yaptın bu kıza neden ağlıyor?
Sakince anlattı Aydemir, Güllaç sessizce dinliyor ancak suratında tüm yorum okunuyordu.
- Aman dedi ağladığın şeye bak kızım ne olmuş, Kara Fatma bu. Ben size anlatmıştım. Bir kere korkuyorsunuz, korkacak bir şey yok o bir böcek ve tüm canlılar bu tabiat için gerekli, tamam görünüşü sevimsiz biraz ancak biliyorsunuz size anlatmıştım çok güzel bir kızmış bir zamanlar daha sonra böcek olmuş, hem yememişsin ya, ya yutsaydın ne olacaktı.
Küçük omuzları iyice sarsılıyordu Sema’nın. Kapının zili çaldı. Şehriban’ın babasıydı gelen. Çok sevdikleri büyük babaları. Çok seviyordu hepsini, özellikle ilk doğan torunu Aydemir’i.
Şehriban’a döndü.
- Kızım iznin olursa ben çocukları alıp Dragos’a deniz kenarına gitmek istiyorum. Hava güzel, hem denize girerler hem de güzel bir gün geçiririz.
Birden sessizce köşede oturan Sema’nın alı al moru mor yüzünü fark etti.
- Sema, senin neyin var, suratından düşen bin parça?
- Yok, hiçbir şey yok keyfim yok.
Hazırlandı çocuklar, Güllaç evde kaldı. Aydemir, Sema ve büyük baba yola koyuldu, yürüyerek sahil yoluna indiler. Dragos’a çıkan patika yola geldiler.
- Çocuklar denize girmek istiyor musunuz bugün?
- Ben istemiyorum dedi Sema oysa denizi çok seviyordu.
Biraz yüksekçe bir yerde denizin tam karşısında piknik yaptılar. Aydemir ara sıra Sema’ya
- Sen ne yaptın? Diyor
Sema hırkasının kenarıyla onlarca kez yıkadığı ağzını silmeye devam ediyordu.
Akşam oldu eve gittiler.
Olay unutuldu.
Aradan üç yıl geçti Sema ilkokul dördüncü sınıfa geçtiğinde taksitle girdikleri kooperatif evine taşındılar. Anne arka bahçedeki kömürlüğün altında beslemek için bir kaç civciv aldı pazardan.
Civcivlerden biri tombul, güzel sevimli sarı bir civciv. Şişko Paten adını verdi Sema civcive. O gece gizlice yatağına aldı, onunla yatacak, sarılacak mışıl mışıl uyuyacak. Kedilerle nasıl yatılıyor, onunla da yatılabilir. Aldı yanına bir güzel sevdi sonra uyudular mışıl mışıl.
Sabaha karşı bir sıkıntıyla uyandı. Boynunda bir şey var. Ne bu. Biraz soğuk biraz ılık. Kaldı bir süre. Uyku sersemliğiyle bilemedi ne olduğunu. Birden gerçek dank etti. Civcivi, Şişko Paten'i, güzeller güzeli Paten’i ölmüş.
Kaynar sular döküldü küçük kızın başından aşağı. Bu olamaz, bu nasıl oldu. Çok sevdiğin canının içine sokmak istediğin bir yandan da kılına bile zarar gelmesini istemediğin birine zarar vermek ve bu keskin gerçekle yüzleşmek. On bir yaşında kızın hissettiği karmaşık duygular, acı, suçluluk duygusu ve yoğun bir korku.
Çok sevgiden ölür mü insan, çok sevgi zarar verir mi sevdiğine, sevmek isterken öldürmek, bu olsa gerek. Her şeyin azı karar çoğu zarar derlerdi doğruymuş, doğruymuş of doğruymuş...
Şişko Paten ölmüş, boynunun arasında boğulmuş sevgili Paten’i. Ne olacak, şimdi. Öldüğüne mi yansam yoksa annemin bana çok fena kızacağına mı diye düşündü hızla. Yok, saklamalıyım bu olayı, Paten gitti, bir daha gelmeyecek, ne yapmalıyım, ne yapmalıyım, ne yapmalıyım.
Sessizce kalktı yatağından. Güllaç uyuyordu. Hiçbir şey duymadı Paten elinde bir süre dolaştı Sema. Film şeridi gibi geçiyor olaylar. Ev sessizdi. Karşı odada anne ve baba uyuyordu. Sema elinde sevgili civcivinin cansız bedeni, gözlerinde kuruyan yaşlar beyninin yarısı yaptığı cinayeti örtbas etmek, diğer yarısı aile fertlerinin onunla ilgili düşüneceği korkunç şeyler ve bir sürü düşünce sel gibi akıyordu.
Paten elinde banyoya girdi. Gözleriyle hızla taradı banyoyu. Küçük kurnayı gördü. Ne yaptığını bilmeden yavaşça çeşmeyi açtı. Sular doldu. Dolan suya baktı. Pateni son kez okşadı, öptü. Seni çok seviyorum, beni affet olur mu isteyerek yapmadım.. Kazaydı. Kaza da olsa suçluyum. Yüzüne akan gözyaşlarını eliyle sildi.
Artık otomatik olarak hareket ediyordu. Küçük civciv oraya çıkamazdı yüksekti orası.
Kurnanın yanına banyonun köşesinde duran ahşap tabureyi koydu. paten oraya çıkmış olacak ve oradan da kurnaya düşmüş olacak.
Yarıya kasar suyla doldurduğu kurnanın içine yavaşça bıraktı sevgili Paten’ini, Üzüntü, vicdan azabı karşımı duygularla son bir kez baktı Paten’e ve beni affet Paten’ciğim seni öldürmek istemedim, beni affet.
Anne ve babasının yatak odasından çıt çıkmıyordu. Sabaha karşının suç ortaklığına davet eden tedirgin sessizliği, bir de ezan girerse devreye karamsarlık had safhaya ulaşırdı.
Her şey tamamdı. Odasına yöneldi. Anne ve babasının odasından kısa aralıklarla gelen senfoniyi işitti rahatladı. Yavaşça kapının kolunu açtı odaya girdi. Güllaç uyumaya devam ediyordu. Sessizce yattı, uykunun unutturucu derinliğine kendisini attı.
Sabah annesi seslendi banyodan Sema’ya.
- Paten’in boğulmuş, sakın üzülme, su içmek için gelmiş olmalı.
Hiçbir şey diyemedi Sema. Evde kendisinden başka kimse bu gerçeği öğrenmedi.
Güle güle Sevgili Şişko Paten güle güle.
Yirmi bir yaşında iken müstakbel eşine, evlilik kararı aldıkları gün ciddi bir yüzle
- Benim mazim kirli. İki olay var. Birincisi yanlışlıkla barbunya sanıp kara böcek yumurtası ısırdım, İkincisi ben bir katilim, en sevdiğim civcivimi öldürdüm.
Beni affedin.
Nurhan ÖZGEL 22.05.2018
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|