CUMHURİYET BAYRAMI YAKLAŞIRKEN
Konya’dan yazan Din Dersi Öğretmeni değerli dostum Yusuf Dülger'in bayram yazısını okurlarımla paylaşmak istiyorum:
On gün sonra Cumhuriyet’imizin ilanının 89.uncu yılını kutlayacağız. Nasıl bir ortamda?
“Açılım” projeleriyle ulus bütünlüğümüzün ayrıştırılmaya çalışıldığı, ortak değerlerimizin değil, “farklılıklarımızın” öne çıkarıldığı, Cumhuriyet’imiz tartışılırken “Yeni Osmanlıcılık” modelinin önerildiği bir ortamda!
AB’nin, “Atatürk’ü koruma kanununu kaldırın; Atatürk’ün fotoğraflarını devlet dairelerinden indirin” diye dayattığı, bir ortamda!
Kimi Cumhuriyet yöneticilerinin; “80 yıllık Cumhuriyet milleti perişan etmiştir” diyerek oturdukları Cumhuriyet koltuklarını devirmeye çalıştıkları bir ortamda! Daha?
“Milli egemenliğin kısmen devrinde ayıp ve günah yoktur” gibi onursuz fetvaların (!) verildiği, yobazlığın dal-budak saldığı bir havada! Dahası var; Cumhuriyet’çilerin “F tipi hücrelerde” ölüme terk edildiği bir havada kutlayacağız Cumhuriyet’imizin 89.uncu yıldönümünü!
Bunları sıkıntı yaratmak için yazmıyorum; tehlikelere dikkatinizi çekiyorum. Umutsuz değilim/değiliz. Türkiye’de Atatürkçüler ve TC sonuna kadar yaşayacaktır, TC’nin bahtsızları kesinlikle hüsrana uğrayacaklardır.
Karşılaşmakta olduğumuz ve bundan sonra da karşılaşabileceğimiz en büyük tehlike dışarıdan değil, içeriden geliyor. İç tehlike, “din” rengine bürünerek yaşayabiliyor. Bu tehlike, “Atatürk şeriatı kaldırdı, laiklik dinsizliktir, saltanat ve hilafet İslam demektir” gibi sinsi ağızlarla zehir kusuyor. Dini kesimlerin çoğu bu yalana katılarak yahut sessiz kalarak tehlikeyi ayakta tutuyor.
Oysa İslam dini bize yöneticilerimizi seçme, ehil kişilere görev verme, istişare ve müşavereyi (Demokrasi-Cumhuriyet) hayata geçirme hakkını veriyor.
Kuran ayetleri bu bakımdan düşünmeye değer:
“Şüphesiz Allah emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa:58)
“İşini onlara danış…” (Ali İmran:159)
“…İşleri kendi aralarında danışma iledir.” (Şura:38)
Artık Diyanet İslam’ın bir demokrasi/cumhuriyet sistemini öngördüğünü, Atatürk’ün İslam ile ters düşmediğini anlatmalıdır.
Müftüler Cumhuriyet Bayramına:
Hatırlanacağı üzere Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına hep valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, subaylar, emniyet mensupları, öğretmen ve öğrenciler katılırlar. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum; Cumhuriyet Bayramı gibi milli bayramlara Diyanet mensupları katılmazlar. Niçin? Cumhuriyet Bayramı hepimizindir. Türkiye, diğer meslek gruplarının elemanlarını kucağında barındırıp beslediği gibi, müftü, vaiz, imam vb kişileri de kucağında barındırıyor, besliyor. Öyleyse bu kesim de milli bayramlara katılmalı, Atatürk anıtlarına çelenkler koymalı, Cumhuriyet’imizin diğer kurum ve kesimleriyle bu noktada kaynaşmalı, birleşmeli.
Geriye bakıp düşününüz, vaaz ve hutbelerde Cumhuriyet Bayramı ve Atatürk ya hiç anılmaz, ya da “yasak savan” cinsinden bir iki cümleyle es geçilir. Bu yaklaşımı da değiştirmeliyiz. Bu bir eksikliktir, eksikliği de gidermeliyiz. Aksi halde biz Türkiye’de hep, “Atatürk-din-laiklik” tartışmasını yaşarız, yeni nesillere hep Atatürk-Demokrasi-Cumhuriyet kuşkusunu aktarırız.
Öyleyse burada öneriyorum:
Ankara’da Diyanet İşleri Başkanı, İl ve İlçelerde müftüler bayram kutlama heyetleriyle birlikte Anıt Kabir yahut Atatürk anıtlarına gitsinler, Atatürk’e saygılarını sunsunlar. 30 Ekim günü vaazlar Atatürk ve Cumhuriyet sevgisini anlatsınlar. Cumhuriyet haftasında bütün cami ve Kuran kurslarında, din görevlilerimiz başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’imizin kuruluşuna hizmet edenlerin ruhlarına hatimler insinler, mevlitler okusunlar. Düşüncelerimi yadırgamayın, tartışalım. Eksiklerim varsa tamamlayın, olgunlaştıralım. Atatürk bizden birisidir; kendisiyle bütünleşelim.
Türkiye’de çoğumuz cahil, akıl ve bilim düşmanı, din simsarı ve din bölücüsü nice cübbeli-sarıklı-şalvarlı kişilerin karşısında, onların “şeyh, üstat, hazret, ermiş” olduklarına inanarak put gibi duruyoruz; ellerini öpüyoruz, ayaklarına kapanıyoruz, kazancımızı verdiriyoruz, onurumuzu kaybediyoruz, yuvamızı dağıtıyoruz. Onların karşısında ezileceğimize, Atatürk’ün karşısında dimdik dursak; “kadirşinaslık etsek, köleliğe son versek” ne kaybederiz?
Türk milleti 23.Nisan.1920’de, emperyalist işgalci batılılara “ölmedim, esir olmam, onurumu çiğnetmem” dedi. Türk milleti 30.Ekim.1923’te de, “insanlığın bir parçasıyım, boynumu eğmem, sürü değil vatandaşım” dedi. Bu gerçekleri biraz derinlemesine yorumlayalım.
Hicret ve Cumhuriyet Bayramı:
29 Ekim’lerde bizler, Hz Muhammet’in Mekke’den Medine’ye göçünü (hicret) hatırlayalım. Mekke’den Medine’ye göç neden yapılmıştı? Peygamber ve arkadaşlarına Mekke’de yaşama ve inanma hakkı verilmemişti, esir edilmişlerdi de o göç bu zulümlere son vermek için yapılmıştı. Peygamber ve yanındakiler Medine’ye yaklaşınca, Kuba köyünde coşkuyla karşılandılar. Yolcular ve Medineliler sevinç gözyaşlarıyla Medine’ye girdiler, bayram ettiler. Neden? Çünkü özgürlüklerine kavuştular, bağımsızlıklarını ilan ettiler, devletlerini kurdular.
Hicret nasıl bir kurtuluş ve kuruluş ise, Kurtuluş Savaşımız ve bu savaşımızın taçları olan 19 Mayıs, 23 Nisan ve 29 Ekim günleri de bir kurtuluş ve kuruluştur. On beş asır farkla gelişen bu olaylar birbirlerine çok benzerler.
“Medine sözleşmesi” insan onuruna yaraşır bir hayat tarzı getirdiği gibi, 1924 Anayasası da insan onuruna yaraşır bir hayat tarzı getirmiştir. 29 Ekim 1923’ten beri insan olma, onurlu yaşama çizgisinde bayağı mesafe aldık. Ancak son yıllardaki bazı gelişmeler yönümüzü geriye çevirdi. Örneğin şimdilerde AB yasaları anayasamızın üstüne çıkarıldı, kendimize göre hazırlayıp yürürlüğe koyduğumuz yasalar kaldırılıyor, harici isteklere göre yasalar çıkarıyoruz. Bunun adını “uyum/bütünleşme” koydular ama değildir; bu uyduluktur.
“Köleleşmeye doğru” gidiyoruz. Çevremizdeki hayvanlara bakalım; onlar bilerek kapana kısılmıyorlar, hürriyetlerini koruyorlar.
Atatürkçü ve Cumhuriyetçi Müftüler:
Ulusal egemenliğimizin ve özgürlüklerimizin kazanılıp korunmasında bugünün Diyanet camiası “Kurtuluş Savaşı” yıllarının din görevlilerini örnek almalılar; sıkıntılarımızın aşılmasında üzerlerine düşen görevi yapmalılar.
Çevredeki bütün müftü, vaiz ve imamları toplayarak Atatürk’ü Amasya’da coşku ve heyecanla karşılayan kişi Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi idi. O ileri görüşlü adam, 15 Haziran 1919 günü Atatürk’e: “Paşam bütün Amasya emrindedir. Gazan mübarek olsun!” demiş, Atatürk’e tam destek olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’ya Amasya’da destek verenlerin içinde yaşlı vaiz Abdurrahman Kamil Efendi de vardı. Atatürk Kamil Efendi’ye biraz düşünceli, biraz da gelecek endişesi taşıdığını ifade ederek:
“Bu işte başarılı olmakta var, olmamakta var. İnşallah olacağız. Eğer olmazsak bizi asarlar, kelle gider, ne dersin?” diye sorar. Kamil Efendi:
“Oğul, sen ki genç yaşta başını vatan millet uğruna feda etmişsin, benim bu ihtiyar kelle koy senin uğruna feda olsun” diye cevap verir. (Mehmet Kılıç, Amasya Tamimi ve Protokolü. s 60)
Erzurum Kongresi’ni yapmak için Ilıca’da bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ü karşılayanların başında, aynı zamanda “Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Erzurum Şubesi Başkanı” olan Müftü Abdurrauf Efendi bulunuyordu. Bu Müftü Atatürk’ü çok iyi karşılamak için evden eve dolaşmıştır.
Atatürk Sivas Kongresi’ni yapıp Ankara’ya dönerken Kayseri’de kendisini karşılayanların en önünde Kayseri Müftüsü (ki, bu Müftü de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kayseri Şubesi başkanı idi) Ahmet Remzi Efendi vardır.
Atatürk’ün, Sivas’tan Ankara’ya gelişinden (27.Aralık.1919) sonra, Ankara’da kendisine destek verenlerin en başında yine bir din adamı var; Ankara Müftüsü Rifat Efendi (Börekçi). Börekçi Hoca da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Ankara Şubesi’nin Başkanıdır. Börekçi Hoca Atatürk ve çevresindekilerin maddi sıkıntı içinde bulunduklarını tahmin eder; kendisi ve eşinin ölümlerinde cenaze masraflarını karşılamak üzere hazırladıkları 1000 (bin) lirayı bir keseye koyar, Atatürk’ten izin alarak Mazhar Müfit Kansu’ya verir. Börekçi hocanın içeceği kahveye atacak şekeri bile olmayan Atatürk bu bin liranın imdatlarına yetişmesi üzerine:
“Bize ALLAH yardım ediyor” der.
O yıllarda Atatürk’e destek veren bir başka din bilgini Konya’da müderrislik yapan Sivaslı Ali Kemali Efendi’dir. Ali Kemali Efendi de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Konya Şubesi başkanıdır. Ali Kemali Hoca Milli Mücadele’nin ateşli destekçilerindendir. Bu yüzden emperyalist işgalciler ile onların yerli işbirlikçilerinin husumetini üzerine çekmiştir. Rahip Fru ile ortak hareket eden Delibaş Mehmet’in çapulcuları Müderris Ali Kemali Efendi’yi 04.Ekim.1920 günü Konya sokaklarında sürüyerek, tüfek dipçikleriyle şehit ettiler.
Şu birkaç örnek gösteriyor ki, Cumhuriyet’imizin kuruluşunda, Atatürk’ün çalışmalarında o günün din adamları ön saflarda yerlerini almışlar, Atatürk’ destek vermişlerdir.
Sonuç:
Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyet’in yanında olmak aklın yoludur. Dün Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı olan Dürrüzade Abdullah ve Mustafa Sabri gibiler düşmanın oyununa gelmişlerdi, işgalcilerle işbirliği yapmışlardı. İşbirlikçi ve bozguncu takımı her zaman için nefretle anılır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk ulusunu ve ulusal egemenliğimizi parçalayan, bizi başkalarının satranç tahtası haline getiren bütün düşünce ve uygulamaların geçerliliği olamaz.
Hepimiz, Cumhuriyetimizin kazanımlarını kendi kazanımlarımızdan ayıramayız.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
Mahiye MORGÜL 18.10.2009
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|