MERHABA
Son günlerde aldığımız bir çok haberden beni ve bir çok sanatseveri üzen gelişme kuşkusuz büyük usta Halit Refiğ’in vefatıydı. Büyük ustadan bahsedince aklıma ilk gelen Türk sinemasının ilk modern filmi olan “Haremdeki Dört Kadın”. Eminim ki birçoğunuz başka filmler yazılar ve nice anıları hatırladınız. Yakınlarına ve ailesine onu sevenlere başsağlığı diliyorum, huzur içinde uyu büyük üstat.
Bu hafta hem bir genç sanatçı olarak ve bir eğitimci olarak çok sevdiğim bir insan önemli bir sanatçı olan Orhan Taylan’ın atölye sergisinden bahsedeceğim. Sanatçı desenin ve pentürün zorlu sınırlarında dolaşmış, bildiğimiz hikayelerin üzerine yeni sözler eklemiş ve renkleriyle bize güzel bir sergi sunmuş kendi atölyesinde. Atölyede sergi açmak bir ressam için bence hoş bir his ama atölyenin mahremiyetinden arınmak mekanın tinselliğini bozmak mı bu? Tartışılabilir. Bende geçen yıl Asmalımescit’te ki atölyemde kişisel sergimi açtığımda iki şey için çok sevinmiştim birincisi çalışmalarımın izleyenlerle buluşması ikincisi de resim yaparken kimseyi davet etmediğim bir mekana duyulan merakı gözlemleme fırsatım, insanların atölyedeki hayata ilgisi. İnsanlarla hem resimlerimi hem hayatımın bir kısmını paylaştığımı fark ettim o sergimde.
Orhan Taylan dediklerinde aklıma hiç göremesem de efsanesini çocukluğumdan beri işittiğim bir duvar resmi gelir. 1976’da Antalya Uluslararası Sanat Festivalinde yaptığı "Promete" resmi. Bu resim Antalya’nın kalbi olan belediye çarşısının duvarına yapılır. 1980 Askeri darbesinde Belediye başkanlığına atanan emekli general, konusundan dolayı resmi sildirme kararı alır ve resim üzerine boya sürülerek kapatılır. Fakat aynı günün akşamı yağan yağmur bütün boyayı duvardan indirir ve sabah PROMETE yeniden doğar Antalya’da. Bu bizim oralarda anlatılan efsanedir. Orhan Taylan la yaptığım keyifli söyleşiyi beni heyecanlandırdı, sanattan, hayattan bahsettik.
N.Karyağdı:
Sergi yoğunluğunuzda söyleşimize zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür ediyorum.
1 Mayıs kutlamalarında kullanılan afişiniz yıllardan beri vazgeçilmez bir çalışma olarak bir çok sendika ve dernek tarafından çoğaltılarak kullanılıyor siz bunu neyle açıklıyorsunuz?
O.Taylan:
1 Mayıs afişini 1976 yılında, 1 Mayısların Türkiye’de çok uzun yıllardan sonra ilk kez
kutlandığı bir ortamda yaptım. Heyecan dolu günlerdi. Anlatım olarak; ‘dünya işçi
sınıfının bayramı’ olsun ve sevecen bir dili olsun diye düşünmüştüm. Grafik olarak da
‘kırmızı nokta’nın çarpıcılığından yararlandım. 1 Mayıs 1976’da DİSK ve diğer bütün
sendikalar severek kullandılar. 1978’de de kullanıldı, ama o yıl 1 Mayıs kutlaması
saldırıya uğrayıp insanlar öldürülünce, artık o kutlamaları ve saldırıyı hatırlatan bir
simgeye dönüştü. Bugün hala kullanılıyor olması, böyle bir simge niteliği
taşımasındandır diye düşünüyorum.
N.Karyağdı:
Günümüzde özellikle yaşadığımız semtlerde sıklıkla gözlemlediğim genç kuşağın dünyaya anlatısı graffitiler? İllegal ve özgür çoğu zaman cesur, duvarlara bir hayat hikayesi veren bu çalışmaları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
O.Taylan:
Bu söyleşiyi benimle yaptığınıza ve genel konumuz sanat olduğuna göre, sorunuzu
“grafittileri sanat bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye anlıyorum. İlkin,
illegal sanat diye birşey olamaz diyorum. Özgürce kendini ifade etmeye gelince;
Sözgelişi, akşam vakti sokakta çok özgürce bir çığlık atarsanız, kimse sizi assolist
olarak bir tv programına davet etmez. Ya da, yine sözgelişi, kızdığınız birinin
kafasına bir kutu yağlıboya dökerseniz, bunu özgürce yaptığınız için bir sanatçı
sayılmazsınız. Grafitti’ler de böyle. New York’ta bir iki grafitticiyi evcilleştirip tuval
üstüne resim yaptırarak ünlü kıldılar diye grafittiler sanat olmaz. Bunlar sanat
aleminin saman alevleri olarak anılırlar. Sanatların geçmişinde, iyi eğitim ve uzun
yılların birikimi olmadan sanat yaratılabildiği henüz görülmedi. Gelecekte de
görülmeyecek diye düşünüyorum.
N.Karyağdı:
Atölye hayatınızı izleyicilerle paylaşmak nasıl bir duygu?
O.Taylan:
Sadece duygu olarak değil, bir yaşam projesinin hayata geçirilmesinin bir
parçası olarak da çok doyurucu. Bir sanatçı olarak ben, her şeyi paylaşmayı bir erdem
olarak saptadım. Bu tabi; gizemli davranmayı, bir şeyleri gizleyerek önemli
zannettirmeyi, hava atmayı falan bir kenara bırakıyor. Her şeyinizi açıkça
paylaşıyorsunuz. Bunun, atölyede yaptığım sergileri izlemeye gelenlere ne kadar keyif
verdiğini görüyor ve mutlu oluyorum.
N.Karyağdı:
Yurtdışında ki bir çok sergiyi yerinde gezme fırsatınız oluyor, online olarak da takip ettiğiniz sanat portalları var. Günümüz resmi sizde nasıl bir iz bırakıyor yurt dışına baktığınızda.
O.Taylan:
Değişik ülkelerdeki müzeler dışında, günümüz sanatı olarak düzenlice izleyebildiğim
galeri sergileri daha çok Paris ve New York’takiler oldu. Sanatın yakın tarihinde çok
söylenmiş şöyle bir söz var; “Gelişkin bir sanat, hiçbir zaman ekonomik olarak en gelişmiş ülkelerden çıkmaz. Ancak ikincil olarak gelişmiş ama kültürel düzeyi yüksek ülkelerden çıkar.” Bütün sanat tarihi bu cümleyi doğrular. Bugün ABD, Fransa, İngiltere vb ülkelerde; çok hoş, çok profesyonelce, çok dekoratif resimler yapılıyor. Ama gerek Latin Amerika, gerek Balkanlar, gerek Uzakdoğu ve gerekse bizim burada sanatçılar daha dişli, daha ustaca
resimler yaratıyorlar. Bu resimlerin neden batı dünyasında ün kazanmadığını sormaya gerek yok; oradaki sanat kurumları sadece kendi ulusal kültürlerini pazarlıyorlar da ondan. Ama devran dönüp, gün gelip uluslararası kuruluşlar nesnel değerlendirmeler yaptığında, dünya sanatının bugün bize gösterilenden çok farklı yanları ortaya çıkacaktır.
***
Bu hafta genç kuşak ressamlardan Ahmet Sarı’nın (27 Ekim- 21 Kasım ) Terakki Sanattaki Ders-i İntibah resim sergisi ve yine genç kuşağın önemli ismi Tuncay Takmaz’ın 3- 26 Kasım 2009 tarihleri arasında Kare Sanatta ki resim sergiside izlenmesini öneriyorum.
Bu ilk yazımın finalinde desteğini esirgemeyen dostlarıma ve Faruk Kızılbey’e teşekkür ediyorum. Herkese sanatla geçecek sağlıklı ve mutlu haftalar diliyorum.
Nebahat KARYAĞDI 27.10.2009
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|