MUZAFFER ARICI’NIN YENİ KİTABI ‘RİZE ŞİVELERİ’
Ankara’da Rizelilerin uğrak yeri terzi Turan ağabeyin dükkânında değerli hemşerimiz araştırmacı yazar Muzaffer Arıcı ile tanıştım. Yerel adlarımızın antik tarihine indiğimden söz edince, çıkardı “Her Yönüyle Rize Şiveleri” adlı yeni kitabını imzalayıp bana verdi.
Sayfalarını hızla açmaya başladım ve bitirmeden elimden bırakamadım. Asya Türk dilleriyle karşılaştırarak yapılmış, bu kadar ayrıntılı bir çalışmayla karşılaşacağımı tahmin etmiyordum. Hem Türk Dili ve Ebebiyatı öğretmeni olmanın, hem de Rize-Hemşin ağzını bilmenin avantajıyla, yerel sözcükleri ayıklarken hiç zorlanmamıştı.
Birkaç gün sonra daha önce yayınlamış olduğu üç kitabını daha bana armağan etti. Onu önceki kitaplarından tanıyanlar bu kitabını da mutlaka almak isteyeceklerdir: (İsteme adresi, tlf: 0536 588 44 94)
1- Her Yönüyle Rize (16.yüzyıl Arşiv Bilgileri ile Cumhuriyet dönemi Nüfus Sayımları eklenmiş ikinci baskı)
2-Kaçkar’ın Son Çobanı (Şiir)
3-RİZE (Prof.Karl Koch’un 1843-44 Yıllarındaki Seyahatnamesinin Rize Bölümü, Almanca’dan çeviri)
4- Hey Yönüyle Rize Şiveleri (Karşılaştırmalı Azerbaycan, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar ve Türkmen Türkçesi. Ayrıca Kore, Macar, Bulgar kaynakları.)
Bu kitapların içinde en önemlisi kuşkusuz tarihi belge niteliğinde olan, Dr. Karl Koç’un Alman kralının isteği üzerine Rize dağlarından bitki toplarken yazdığı seyahat anılarıdır. Kitabı eski Almanca’dan çeviren hemşerimiz Tahir Deveci ve yayınlanmasında emeği geçen hemşerimiz Veysel Kayacana’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Önsözden anlıyoruz ki bu kitabın Alman arşivlerinde bulunup gün ışığına çıkartılması ve çevirisinin yapılabilmesi bile bir roman konusudur.
Dr. Koç’un kitabını okurken Ön-Türkçe diyebileceğimiz sözcüklerle karşılaştım. Örneğin; Fırtına deresinin denize kavuşurken batısında kalan semtin adı Eski Tarabozan (Trabzon) imiş.
Örneğin, Frengi hastalığı ile Frengistan adının aynı yerden geldiğini gördüm; Dr.Koç, Pazar’a geldiğinde onu konuk eden han sahibi kendisiyle aynı kaptan yemek istememiş, ona “Frengistanlılar Frengi hastalığı bulaştırır” demiş. Anlaşılan Avrupa’ya giden gurbetçiler bu hastalığı getirmişler ve adı oradan Frengi (Frenk, Frenci) hastalığı olmuş.
Örneğin Pazar-Kız Kalesi diye bilinen yerde, Atena Anıt Müzesi (tapınak diyor) varmış, sonradan yıkılmış, ama bu yerin Atina kolonisi olmakta ilgisi yokmuş. Bence de doğru!
Dr. Koç, kitabın 7.sayfasında Rize’yi “Rize hakkında duyduğum her şey gerçekti. Kısmen içe girmiş kent, dağ yarımadanın ortasındaydı ve yukarıdan kıyılara kadar uzanıyordu” diyerek tarif ediyor.
Rize’nin ortasında bulunduğu DAĞ YARIMADA neresidir diye bugün düşünüyor insan. Yıl 1845, Dr. Koç, Askoros deresi değil Askoros Körfezine uzanan dağın bir yarımada olduğunu söylüyor! İşte o yarımadanın burnuna kadar gidip oradan güneye dönerken gördüğü nefes kesici manzarayı da anlatmadan edemiyor. (Şimdi o dağ-yarımada’nın burnunda devlet hastanesi var.)
Aynı paragrafta adını vermeden kaybolmuş şehirlerden söz ediyor:
“Küçük Asya’nın kuzey sahilleri ve özellikle Pontos Krallığı’nın topraklarının kendine özgü bir özelliği şu idi; bir yandan önemsiz isimler bile yakın zamana kadar hemen hiç değişmeden kalırken, diğer yandan eskiçağın önemli büyük kentleri iz bırakmadan kaybolup gidiyordu.” Tam da Askoroz körfezine döndüğü zaman bunu söylüyor; adını vermiyor, ama bence kayıp eski şehir Potomya olmalı.
Aynı sayfada Dr. Koç, Ceneviz kalesiyle Rize’nin bağını daha önce tahmin ettiğim gibi belirtiyor:
“Yaban yüksek dağlar Ksinophon ve Strabon’un zamanında bir dizi boyu sarıyordu (demek istiyor ki; eskiden bir çok boydan insanlar bu dağlarda yaşıyordu), belki de tek bir halkın, ki o güçlü bir hükümdarın egemenliğine kısa zaman için girer, bunun dışında sürekli özgür olurdu. (Demek istiyor ki, kısa süre için Pontos yönetiminde kalsalar bile, sürekli özgürdüler)… Onlar Yunanlıların yerleşmelerini sabırla karşılar, daha sonra da Cenevizli ve Venedikliler’e gereksinimlerini karşıladıkları, buna karşılık ürün değiştirdikleri, onlara arada bir tüccara baskın yapma fırsatı verdiğinden tahammül gösteriyorlardı.”
Bu paragrafı okurken gülümsemeden edemedim. Yani biz Rizeliler, buralara Yunanlılar adına gelen Cenevizli tayfa ile nasıl bir ilişki içerisindeymişiz, onu anlatıyor. Onların buradaki varlığına tahammül gösterirmişiz, çünkü onlar bizden kendi ihtiyaçlarını karşılamaktayken, mal değiştirirmişiz, arada bir o tüccara baskın yapma fırsatımız olurmuş!?
Bugün de aynı şeyi yaşıyoruz galiba! Yalnız, Cenevizli tüccar şirketler Yunanlı veya Roma adına değil, Amerika adına geliyor!
Dr. Koç, aynı sayfada Rize tarihi ile ilgili bir saptama yapıyor: Bu değişik boydan insanlar Cenevizliler yüzünden hep yoksul kaldılar, önemli gelişme gösteremediler. Ne zaman ki, Kommen(Koman) ailesi İstanbul’dan Trabzon’a sürüldü de kendilerine sığınacakları bir Krallık (Pontus) kurdular, ancak ondan sonra bir gelişme gösterebildiler, diyor.
Dr. Koç bilmiyordu ki, adı Ceneviz kalesi olan bu sömürge kaleleri, Koman yönetiminde de sürdü. Kalelerin ilk kuruluşu ise, MÖ.100’lerde, Romalı/Yunanlı korsanlara karşı Büyük Oğuz Kralı VI.Büyük Bedri’ye aittir. Hatta onun el yazması Lokman Hekim kitabını Rize Kalesinden MÖ.63’de ganimet diye Roma’ya götüren de Sezar’ın Pompey adlı komutanıydı. O sayede ilk Tıp Kütüphanesi Roma’da kuruldu. Yine o nedenledir Frengistanlı doktorların ilk öğrendiği dağ adı Kaçkar’dır ve ihtimaldir Dr. Koç soyadını da bizim dağımızda ünlendiği için aldı.
Bilinmelidir ki Doğu Karadeniz’i Cenevizli yağmacılardan tam olarak temizleyen Türk beyi, Sultan Alpaslan’ın oğlu Şah Melik’tir.
Muzaffer Arıcı öğretmenimiz, Şah Melik’in Karadeniz’e geliş tarihini bir şiirle Kaçkar’ın Çoban’ı adlı kitabına girdi. Şiirden iki dörtlük:
24 Haziran tarih 1080
Bugünü kutla kalmasın noksan
Melikşah indi Karadeniz’e
Türklerle doldu nereye baksan
Melikşah görünce Karadeniz’i
Yürüdü kumsalda ordadır izi
Dalgalara vurup çelik kılıcı
Müjde vermek için tuttu Tebriz’i
Sayın Arıcı’nın “Her Yönüyle Rize” kitabında bir de dileği var: (s.56)
“Karadeniz, Türkçe (İskit, Kırgız, Kuman, Peçenek, Kıpçak, Oğuzca) isimlerle dolu olmasına rağmen, anlayamadığımız için, kim Gürcüce, Rumca, Ermenice dediyse hemen inandık. Daha beteri, soranlara da çok biliyormuşuz gibi Rumca, Ermenice, Gürcüce dedik. Bizim bu beyanlarımız yabancı yazarlara kaynak teşkil etti. Halk bunu böyle söylüyor diye aleyhimize hakikatle alakası olmayan kitaplar yazıldı…. Bir yöre halkına yörenin tarihini doğru öğretmek devletin görevidir. En azından ülkemize gelen turist görüntüsü veren yanlı yazarlara yaşlılarımızın yanlış bilgi vermesi önlenebilir.”
Değerli Muzaffer Arıcı öğretmenimizin, “Her Yönüyle Rize Şiveleri” adlı kitabının son sayfasından aldığım “Türk dünyasının her şivesini Rize’deki insanlar hala konuşmaktalar. Başka yörelerimizde bu şive zenginliğine rastlanmaz” tespitine ben de katılıyorum.
Sevgili Muzaffer Arıcı ağabeyimizi özverili dört kitap çalışması için kutluyor, tüm Rizeli hemşerilerim adına teşekkür ediyorum.
Mahiye MORGÜL 22.11.2009
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|