KUVAYİ MİLLİYECİLER VE BEDRİ USTA FENERİ
Rize Fuarında Rizeli Kuvayi Milliyeciler ve Bedri Usta Feneri
Ankara 1.Rize Fuarı (4-7 Mart 2010) kapandı, fakat benim aklım orda kaldı. Emeği geçen herkesin eline yüreğine sağlık.
Ne güzel şeydir, memleketi özlerken özlediğin her şey ayağına gelmiş, orda... Bütün ilçeleri, el yapımı işleri, yemekleri, çalgıları, müzikleri, insanları orda gördüm…
Her kurum bir köşeyi kapmış, selam vermeden geçilmiyor.
Önce Zümrüt Rize Gazetesini aradı gözlerim, bir de İpsiz Recep resimlerini. Kendi gazetemin köşesinde oturmayı hayal ediyordum, öğrendim ki köşe alamamış gelememişler.
Fatih Sultan Kar’ı gördüm ilk koridorda, kendi arşivinden hazırladığı Rizeli Kuvayi Milliyeciler fotoğraf sergisini görünür bir yere asmak için çabalıyordu, haklıydı, böyle bir sergi girişe konulmalıydı.
Yıl boyu bütün şehirler gelir buraya, onlar da girişte övünç duyduğu kahramanlarını tanıtırlar. Onlar sayesinde biz varız, şükran duygumuzu sunmakla başlamak doğrusudur. Mesela, Karayolları Parkındaki İpsiz Recep büstü aynı boyda maket olarak girişe konulabilir. (Bu eleştiriler gelecek yıla öneri olsun.)
Rizeli Kuvayi Milliyecilerin önünde hatıra fotoğrafı çekildik; Çayhan Orhon, Fatih Sultan Kar, ben ve Metin Topçu (bkz.www.karadenizvira.com). Fatih evladım, bam başka bir güzel insan, dünya ahret kardeşim olsun deriz ya, öyle bir insan. Evini Rize arşivi yapmış. Benim 1958 yılında (Gülbahar İlkokulu 2.sınıf) kanımla çizdiğim Kıbrıs haritasını haber yapan Rize Kültür dergisi bile onda var, bende yok.
Rize Belediyesinin açtığı köşede görevli eski bir öğrencimle karşılaştım, beni bal-simit yemeye davet etti, birlikte gittik, ki asıl orda güzel sürprizler yaşadım; babamın yapımı fenerleri süs diye asmışlar tavana. Oğuz Tiryaki orda, Süleyman Kazmaz orda, Portakallık’tan komşum Emriye ile eşi Güngör orda…
Emriye ile benim aklımız fenerlerde. Bunları Rize’de ilk yapan benim babamdır, adı “Bedri ustanın feneri”dir. Bunları geri götürmek olmazdı, gönlümüzden geçen gerçekleşti birer fener bize armağan edildi…
Gitsin babamın ruhuna. Babamın ve amcalarımın Rize’ye verdiği teknik hizmetleri bilen bilir. Onların kuşağı, dışarıya bağımlı olmamak için ihtiyaç ne varsa hemen onu üretirlerdi. Onlar gibilere Cumhuriyete Kanat Gerenler denir. İstiklal harbinden sonra bir savaş da endüstriyel kalkınma için verildi ve Ekrem Orhon ile birlikte Haldoz ve Humruk’tan seçilmiş bir grup yeni yetmeye, içlerinde Muammer Morgül amcam da var, İstanbul Tophane Sanat Mektebine yatılı alındılar, onlara kurulacak fabrikalar ve bayındır bir ülke için teknik eğitim verildi. İlk Malatya Sümerbank’ın kurucu ustabaşı Muammer amcamdır. Daha sonra Kayseri Uçak fabrikasının ve Ankara Etimesgut Türk Kuşu uçak bakım-onarım atölyesinin…
Döneceğim Rize’ye, fener yapımına. Aynı yıllarda Fuat Morgül amcam da Moskova Teknik Eğitim okulunda okudu. Moskova’dan her gelişinde elinde yeni bir şeyle gelirdi; bir keman, bir gramofon, teknik kitaplar, vb. Aldığı ücretsiz yatılı eğitimin karşılığında bir süre SSCB’de çalışması gerekti, tarım kooperatiflerinde, kolhozlarda teknik bakım-onarım atölyeleri kurdu.
Fuat amcam Rize’ye döndüğünde, ilk işi mahallede üç kişiye tamir tezgâhı kurmak oldu; İbrahim Özyurt, Mahmut Erdoğan ve kendisiyle birlikte babama. Bu tezgâhlarda lehim işleri, peynir tenekesi, gazocağı, lüks lambası, mühür, radyo tamiri, dikiş makinesi, bisiklet, motosiklet, aklınıza ne gelirse tamir edilebiliyor, bir de çok özel kalıplardan çıkan Rize Feneri yapılıyordu. Fuat Usta’nın feneriydi o, babamla birlikte kalıplarını hazırlamıştı. Amcam Rize’den ayrıldıktan sonra adı “Bedri Usta’nın feneri” oldu. İşte burada, Ankara’da, Rize Fuarında, Belediye köşesinin saçaklarında o fenerlerden asılıydı! Çok gurur duydum.
Fuat amcamı biraz daha anlatmalıyım. Rize’ye Ardahan’dan bal, peynir, yağ, kavurma, gibi ürünler getiren tüccarlar, Ardahan’da ustaya ihtiyaç olduğunu söylemişler, kalktı Ardahan’a gitti. Ardahan Arıcılık Enstitüsünde Kafkas balını süzme sorunu gündemdeydi. Onlara bal süzme makinesi yaptı. Bu makine Ardahan’da ilktir. Amcam Ardahan’da evlendi, Göle’ye yerleşti.
Fuat Morgül’ün Göle’de daha az müşterici olan diğer ustaların kazanması için ne yaptığını şimdiki nesle anlatmak isterim. Bir gün dükkânda oğlunun eline bir mühür kazıma aleti verip göndermiş radyo tamircisine, “Bunu ona ver, diğer tamir işlerim bana yetiyor, radyo işinde pek müşteri çıkmaz, bundan sonra bu kazada mühür yapma işini o yapsın, bundan ekmek yer” demiş. Bir başka gün oğluna, “Bugün evin ekmeğini çıkardım, gelen müşteriyi diğer tamirciye yönlendir” demiş.
Fuara döneceğim. Belediyenin orada, yazar avukat Süleyman Kazmaz ile ilk kez yüz yüze tanışıyorum. “Hangi Morgüllerdensin?” diye sordu. “Haldoz” deyince, “Akrabayız, Batur Morgül’ün babaannesi halamdır” dedi. Çay-Kur’dan başka çay içmiyor o da. Çay-Kur’dan bildik biri geçiyordu, ona seslendi, “Seylan çayının burada ne işi var?”
İşte Süleyman Kazmaz, bu! Her yer TEKEL her yer direniş, Her yer Çay-Kur her yer direniş! Veysel Atacan’a onun kitaplarını batırdığı için ne kadar teşekkür etsek azdır. Veysel’i aklımdan geçiriyordum, az sonra Çamlıhemşin köşesinde kucaklaşacaktık…
Oğuz Tiryaki geldi yanımıza, 40 yıl sonra karşılaşıyoruz, hasretle kucaklaşıyoruz. Yaptığı yelkenli maketlerini gösteriyor bana. 3 gün boyunca derin sohbetlere daldık. Aslen Antep’ten geldiklerini öğrendim, ona Antepli Tiryakilerden bir öğretim üyesinin adresini verdim. Şafak kardeşimin “keçiler” fotoğrafını sergi kısmında birlikte izledik.
Muzaffer Yılmaz ağabey Rizeli Yazarlar köşesinde kitaplarını imzalıyordu, kızı Mine yağlıboya tablolarını yukarıda sergiliyordu, kucaklaşıyoruz. Ertesi gün ben de kendi kitaplarımı getirip rafa koydum, imza değil, görünsün diye.
Dutha’nın köşesindeyiz; konu ÇAY-KUR Özelleştirilirse… Bravo. Köşelerinde kocaman bir Türk bayrağı.
Çayeli belediyesinin köşesindeyiz, belediye başkanı Ankara halkından memnun, “Emekli insanlar sakin sakin gelip alışveriş yapıyorlar” dedi. “Evet, onlar 78 gün TEKEL İşçilerini de beslediler” dedim. “Ama TEKEL işçileri haklı değildi” demesiyle benim masayı terk etmem bir oldu. Başkasının ne yiyeceğini düşünmeyen bir zihniyetle ne konuşabilirdim ki… Çay-Kur’u da satacaklar ve çay üreticisini de çay işçisini de sokağa atacaklar! Bilmiyor ki, Ankara halkı ÇAY-KUR işçilerini de Ankara’ya geldiği zaman aynı desteği verecektir.
Biraz da AKP’lilerin buluşma yeri gibiydi bu fuar. Onlara da Rize’nin ulu atası METE OĞUZ’u tanıtan bildiriler verdim.
Bir gün dünyanın ilk LOKMAN HEKİM TIP KONGRESİ Rize’de yapılır diye ümit ederek…
Bir gün dünyanın ilk yerle bir edilmiş şehri Potomya kazıları KIBLE Dağı altında yapılır diye ümit ederek… (Batum’da benzer bir durum olmalı, isim aynı!)
Bir gün Rize Mahalle Kale’nin (Roma kaynaklarında aynen bu isimle geçiyor) taş doldurulmuş kuyuları ve kapatılmış iç odaları açılır diye ümit ederek…
Rize valisi, Hasan Sözeri Özel Konseri’ni Rize’de tekrarlamaya davet sözü verdi, unutturmayın. Çok güzel ve anlamlı bir konserdi.
Rize Fuarından şimdilik bu kadar.
Gelecek yıla Rize’yi daha fazla tanıtması dileğiyle.
Mahiye MORGÜL 13.03.2010
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|