DÜNYAYI PARMAK UÇLARIYLA GÖREBİLEN BİR İNSAN…
Böyle anılmak istediğini söylüyor. Doğuştan görme özürlü. Hayatı boyunca hep karanlık olmuş dünyası. 1953 İstanbul Fatih doğumlu. Hayatı boyunca hiç eğitim almamış ve yazmayı kendi kendine öğrenmiş. Körler alfabesini bile 30 yaşından sonra öğrenmiş. Altı yaşından beri resim yapıyor. Resim yapma nedenini de ‘göremediğim dünyayı tanımak istediğim için’ diye anlatıyor.
Kendisini bazılarımız sosyal paylaşım sitelerindeki videosundan tanıdık. Oysa ki çok sayıda muhteşem resimleri var. Ama görme özrü ve eğitimsizliği gibi bir önyargıdan dolayı değerli sanatçıların ve ressamların bulunduğu kitaplarda adı bile geçmiyor.
Türkiye’de evlenmiş Amerikalı bir öğretmen, tesadüfen tanıyıp yeteneğini fark ediyor. Daha sonra Harvard University’nde beyin fonksiyonlarının incelenmesine izin veriyor ve sonuçta tespit edilen ; resim yaparken tıpkı gören insanlar gibi, beyninin görüntü merkezinin hareketlenmesi. Bu olağan dışı gibi görünen durum, insanların aslında gözleriyle görüp, algılayıp, belli bir perspektif açısı yakalayabilmesinin görmeden de mümkün olduğunu kanıtlıyor. Kısacası bilim adamları ‘görmek için gözlerini kullanmasına gerek yok’ diyor deneyin sonucunda. İşte bu yüzden de kendini kör ressam değil ‘dünyayı parmak uçlarıyla görebilen bir insan’ olarak tanımlıyor Eşref Armağan. Evet o gerçekten soyadı gibi tanrının bir armağanı sanki bizlere. Pencereden dışarı baktığında tüm güzelliklere karşın pencerenin camını görenlere inat, görmeden yaşadığı dünyanın bütün renklerini ve güzelliklerini görebiliyor.
Sanat insanın kendini ifade etme yollarından biri. Buna görememek, duyamamak gibi gerekçeler asla engel olamıyor. İnsanın doğasında var olan doğayı taklit etmek, doğayı başka biçimlere dönüştürebilmek, doğayı hayallerimizle yoğurarak başka biçimlere dönüştürebilmek dürtüsü hiç bir engel tanımıyor. Çünkü sanat duygusal ve düşünsel bir etkileyiş gücüdür ve bu sonuca herkes farklı yollardan ulaşabilir. Herhangi bir duyumuzu ya da uzvumuzu kullanamamak bizleri yaşamın bazı alanlarından engelleyebilir fakat asla sanata gönül vermemize ve içimizdeki sanatı dışa vurmamıza engel olamıyor. İnsan nasıl doğanın bir parçası ise, sanat ta insanın ayrılamaz bir parçası.
Eşref Armağan yaşamını kendisi gibi görme engelli eşiyle birlikte sürdürüyor. Aslında yaşamını sade bir şekilde yaşayıp, sıradan bir şekilde de bitirebilirdi. Ama karanlık dünyasını tanıma, hayal edebildiklerini sınama arzusu, elleriyle beyni arasında kusursuz bir ortaklık gerçekleştiriyor, gözlerinin görememe özelliğini bile yok sayıyor ve ortaya muhteşem bir sonuç çıkıyor. Baktığını dahi görmeyenlerin tersine bakamadan görüyor, üstelik de görebildiğini kanıtlıyor, hissedebildiklerini resmediyor. Yaptığı resimler bilim adamlarını dahi şaşırtıyor ve ezber bozan sanatsal özellikleriyle bize tamamen faklı bir bakış açısı sunuyor. Hatta hayatımızdaki tüm engellere rağmen eğer gerçekten istiyorsak imkansız gibi görünen her hayali gerçekleştirebiliriz diyor adeta. Bilim adamlarının pek çok icat ve buluşları, yazılan kitaplardan ve çekilen fantastik filmlerden esinlenerek yaptıklarını, kitapları yazanların ya da filmleri çekenlerin de başka bir takım algılamalardan etkilendiklerini duymuşunuzdur mutlaka. Dolayısıyla sanatı insanları geriye götüren değil tam tersi hep itici bir kuvvet olarak algılamamız çok doğal. Kalabalık topluluklara hem bazı ortak gerçeklikleri gösterebilmek, hem de herkese göre farklı bakış açıları sunabilmek ancak sanatla mümkün olabilir. Her zaman tartışılabilir bir konu olan ‘sanat sanat için midir, sanat toplum için midir?’ sorusunun cevabı bana göre; bireysel olarak ta yapılsa her sanatsal katkının uzun vadede topluma da bir şeyler kazandıracağı yönündedir. Görme özürlü Eşref Armağan’ın kendince yaşadığı dünyayı tanımak arzusu bize, istenildiğinde insanın neler yapabileceğini kanıtlaması açısından harika bir örnek oluşturuyor.
Yaşam bazen zor gelebilir, adaletsiz gelebilir, ama sanatın bireyler ve toplumlarla yaşam arasındaki kurduğu köprü ne kadar sağlamsa başa çıkabilmenin gücü de o kadar artacaktır. O kadar ki, bazen sınırlarımızı bilimi dahi şaşırtabilecek ölçülerde zorlayacak kadar. O kadar ki, hayal bile edilemeyecek bir masal kahramanı Eşref Armağanı görerek, duyarak, hissederek gerçek bir deha olduğunu fark ettirecek kadar. Ve o kadar ki; belki de hiç tanımadığımız bir insanın üstün özelliklerinin, bizim ülkece çok ta ciddiye almadığımız yeteneklerimizi, sanata dönüştürebileceğimiz özelliklerimizi, ülkemiz dışındaki bilim adamlarının değişmez gibi görünen kurallarını alt üst edip ‘acaba’ dedirtecek kadar ve o kadar ki, sanat ‘imkansız diye bir şey yoktur, başarmak için sadece biraz zaman gerekir‘ dedirtecek kadar sonsuz bir güçtür yaşamımızda, asla onsuz yapamayacağımız…
Bol bol aday adayı, milletvekilliği ve seçim konularının gündemde olduğu şu günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.’ sözlerini hatırlayalım. Uzun vadeli ve pahalı yatırımlarımızı sanat için de yapalım. Sanata değer verelim;
Bu günü bile göremeyenlerin tersine, geleceğimizin bu günden daha da iyi durumda olduğunu görebilmek için, yaşamın güzelliklerini en az Eşref Armağan kadar görebilmek için…
İlknur ERŞAHİN ÇAKICI 13.04.2011
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|