YAZMAK... YENİDEN YAZMAK...
Dün ile bugün arasında perçinlenen o kadim köprüleri yazmak..
Yazmak, ta mısır piramitlerinden bugün yedi tepeli mekana uzanan incelikleri dillendirenlere karşı yazmak.
Yazmak, karanlığı moruna karışmış, havada ayı töhmet altında kalmış, gecenin örttüğü o insan çirkinliklerini ve mehtabın sildiği ve ayyuka çıkan fütursuzlukları yazmak.
Yazmak, bir insanın dillendiremediği ve belki de bir söğüt ağacının yaşamı kadar kadim anıları resmetmek.
Yazmak tanrılarımızı yazmak ve oyuncularımızı, sahnemizi yazmalıyız, belki de birbirlerinin mutluluğunu yazmaya mükellef insanların, yazmaya çalıştıkları duyguları yazmalıyız. Ve yazarken dönüp arkaya bir babacan lütufla öpücük bırakmalıyız. Yarını dünlerine muhtaç günleri yazmalıyız. Belki bir gün hayattan çektiğimiz an elimizi ve salınarak yürürken bir insan hakları heykelinin önünde gördüğümüz ‘’al ulan bunu da sen mi yaparsın’’ diyerek bir çocuğa dayak atan bir polisi yazmalıyız.
Düşün, bir Yahudi mahallesinde buram kokan şoven havanın içinde dostluk payesi saçan o ihtiyar ressamı yazmalıyız. Ve onun hamur bayramları ile ötekinin ramazan bayramı arasındaki o gönül bağlarını yazmalıyız. Ve yine o ressamın, bu gönül bağlarını resmedişini yazmalıyız. En önemlisi de kimsenin yazamazsın dediklerini yazmalıyız, yazarken gülerek…
Yazdığı ve düşündüğü için mahpus yatanları yazmalıyız. Ne zaman ki düşünmenin insan özelliği olduğunu kabul edenlerin saltanatı kurulur, o heyecanı yazmalıyız.
Yıllar önce o zaman en sevdiğin kitabın olan o kırmızı kaplıklı şimdi raflar arasında tozlaşmış o kitabı yazmalıyız, o kitaba karakter yükleyerek, ona bir dil vererek, o kitabın tanrısı biz olarak yazmalıyız, kendi hayatımızı her gün yeni baştan yazdığımız gibi.
En olmadık anda çıkıp suya bile yazı yazabileceğimizi yeter ki kalemlerin önündeki elin kalkması gerektiğini dillendirerek yazmalıyız. Maviyi mor yapan, moru sarıya çalan, olmadı yerini karaya bırakan o gizemli doğayı yazmalıyız. Bir insan ömrünü resmetmek ne kadar müşkül ise o kadar değişik olanı yazmalıyız. Madem hayat her evresinde yeni bir basamak getiriyor önümüze. Her bulunduğumuz basamağa mektuplardan bukleler bırakarak tırmanmalıyız ve arkamıza bakarak yazmalıyız.
Küstahlaşmadan, yeri gelip Nazım ustanın gözlerine dokunup bir kelimesini istirhamından, yeri gelip Necip Fazıl’ın bir düşüncesinden selam ederek yazmalıyız.
Sınır tanımadan ahlak felsefesinin bulamadığı o gizemli düsturun ideoloji kabına sığmayan o dostane edebi teveccühleri görerek yazmalıyız.
Yazmalıyız, bunca sebep silsilesi sıralanmışken bunları görüp de yazmayanları, bunları görüp de diline inkar eyleyenleri yazmalıyız.
Ve yazmalıyız ki yazının önemini anlayanlara dostane selam bırakmalıyız.
Asım BİLGİLİ 9.03.2013
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|