İZLEDİKLERİMDEN...
Dünyamıza neler olmakta, insanlarımızın davranışları ne yönde, meslek kaygılarımızla neler düşünmekteyiz ve yapmaya çalışmaktayız uzun süredir dertleşemedik.
Aslında nereden başlamalıyım bilemiyorum, emekliliğim sonrası son altı ayda olanları irdelemek oldukça güç. Her konu kendi ağırlığı ile gündeme gelmekte ve bazen çok hızlı yerini devretmekte…
Sanatsal bir haber olarak altın atlı broşun tarihi gezintisinden ülkesine dönüşü güzel… Daha pekçok dönüş var ama ya gidenler?... Bilemiyoruz ki. “Gelen gideni aratır” sözümüz buna da uyar mı?!...
2B lerdeki durum da sürüncemede… Anlaşılamayan, anlaşılsa da çözümlenemeyen önemli konu. İçeriği akıldan geçenlerin çözümü amaçlı kullanılırsa zor çözümlenir… Herkesi memnun etmek mümkün değildir bilinen ama çoğu mutsuz olacaksa ki görünen iş zor bu koşullarla ve öncelik doğanınsa! Kişi değil kişiler ve özellikle de gelecek nesiller iyi düşünülmeli! Doğa kullanmasını bilene cömert, bilemeyene son derece cimridir. Verdiklerinin kıymetini bilmeyen ya da bazı koşullarla bilmek istemeyene ne zaman, nerede, ne şekilde, ne vereceğine (iyi ya da kötü) şaşırmamak gerekir…
Bu yıl bilindiği gibi güneş sisteminde de değişim var, gezegenler sıralanmış durumda ve sürekli bir gezegenin dünyamıza yaklaştığı, hatta Rusya’daki örneğiyle parçalanarak ve bulunamayacak kadar küçük düştüğü, ‘pan starrs’ isimli bir kuyruklu yıldızın (20-30km çaplı) mart ayı başlarında hava koşullarında etkisi vd. sözü edilenler… Deprem oluşumunda, yanardağ hareketlerinde ve ileri gidersek hepsinin birden etkisiyle insan davranışlarındaki tuhaflıklar ya da açıkça savaş isteği ortaya konulabileceklerden yargılasanız da… Her zamankinden daha farklı davranışlar neden aratır!..
Sağlıksız toplumlar zaman zaman oluşmakta ki belli dönemlerde gözlenmekte, bir nedeni olmalı diye düşünmekteyim ve bu konuda tarihi inceleme yapacaklara gerek duyuluyor diyorum. Vardır mutlaka ancak ya açıklanmadı ya da ben kaçırdım. İnsanlığın başlangıcından itibaren savaş dönemleri ya da insanlardaki tahammülsüzlük dönemleri ile yıldız hareketleri arasındaki ilişki nedir? Hep merak etmişimdir ve son zamanlarda kendi kendime bazı gözlemler yapmaktayım. Özellikle dünyada yüksek şiddette deprem olma öncesi enerji ve radyasyon değişiminden olsa gerek (bana göre) ruhsal gerilim yaşayanların bazı belirtiler göstermeleri incelenmeli ki deprem öncesi tahminleri de güçlendirebilir.
Bu konular doğa verilerinden 2B ile başlamış olunca ve doğanın baştacı ormanları ilgilendirdiğinden ki elimizle oldurduğumuz durumlarıyla doğa ile devam ediyorum. İçinde yaşadığımız, beslenmemiz için gözüne bakmamız gereken, lüks yaşamak için yaptıklarımızı da kontrol eden, vermek istemediğinde vermeyen, almak istediğinde hiçbir kaçışı olmayan vd…
Neyi iyi yaparsak ona uyumlu korkusuzca yaşayabiliriz. Neyi ona güç göstererek biz yaparız dersek istemediği ise bir yolunu bulur atar üzerinden… Bunun göstergelerini çok kez yaşasak da (son Edremit yağışı sonrası olanlarla da!…), aklımıza güvendiğimizden birbirimize güvenmekte zorlansak da, aynı sonuçları görsek de, nasılsa kırk yılda bir rastlıyor, kime denk gelirse bize ne dersek, kolay gelsin, geçmiş olsun!...
Burada işin iyi yapılması ya da doğadan gelen afetle olması konusu da önemli. İşin iyi yapılmış olması, doğanın kolay sonucuna biraz engel olur öyle değil mi? Bodrum’da kafalarına su deposu düşmüş öğrencilerimize de geçmiş olsun. Çok ekstrem bir olay kader de denilebilir ama işleri yapanlar ehli olunca yapılanların afete direnci bu kadar kolay afet oldurmaz sanırım. Tek örnek de değil son zamanlarda şaşırdığımız. İş yapma vicdani sorumluluklarına ne oldu dedirten çok olay neden olur?...
Hergün yeni bir şey… Size Cadde akrostişimi yazarken bazı sıkıntılarla karşı karşıyaydım. İnşaatlar sorunu özellikle… Kayalık zeminde olan ve katları yükseltilen yeni yapılar için gerekenler… Kaya kırıcı ile açılan temellerin gün boyu gürültüsü ile yaşam kalitesi zaten düşen dünyada, daha da düşen bir durumu gün boyu aylarca yaşamak!… Herşeyi yapıyoruz ama kentler içindeki sağlam kaya zeminlerde yapılacak yeni yapıların temellerine sessiz çözüm bulamıyoruz ve bulunmamış hali ile başlattığımız yapılar ile çevresini çile evine çeviriyoruz. Lüks olacak yapımız, biz öyle yaşayacağız ama komşu kalmamış, ne güzel hepsi kaçmış ya da ölmüş ya da tımarhanede acı sözle, yerine hiç bu koşulları yaşamamış yeni sakinler gelivermiş… İyi işte değişim gerek!... Zaten doğrusu da bu, siz çok yaşadınız buralarda artık gidin yani çocuklarınız da gitsin ya da bitsin siz ölseniz de, herşey bitince gelip biraz da biz yaşayalım öyle değil mi? Neden olmasın!... Bizler de, sağlıklı kırsal alanlarda kendi besinimizi yetiştirip, huzurla yaşayabileceğimiz yerlere gideriz, kaldıysa!… Haydi değişelim. Vermezsiniz değil mi? Benim de olsa vermem. Azıcık aşım ağrısız başım. Bahçeden tazecik kopmuş bir taze soğan, maydanoz, nane, bahçedeki fırında pişmiş sıcacık buharı üzerinde tam buğday ekmeği ve bir de ineğin (ben bakamasam da komşudan) günlük süt, yoğurt ve ayran, üzerine de tarladan ‘ye beni şekerle besle beni’ çilek vd… Daha ne isterim. Ne istemem ki!… Kentteki eğlence!… Hele de kalabalık trafikte araba içi sohbetler ya da sıkıntıdan açılmış yüksek sesli müzik, kaldırımlarda yürürken omuz omuza selamlaşmak, tanışmak, AVM’lerde yemek, içmek güzel kokuları duymak, güzel giysilerden gerekmese de indirimdeyken almak, sinemada günün filmi, al mutfak malzemeni de (bol hormonlu götür eve büyüsün buzdolabında), para ile satın aldığım mutluluk vs.vs. neler diyorsam?… Her neyse ikisi de ayrı yaşam tarzı, tahammül sınırları içlerinde saklı. Kim kime ne vermekte ya da verememekte önemlisi bu. Tarlalar boşsa, üreten yoksa tüketecek çoksa, dıştan aldığında saklama süresi için dayanıklılık maddesi vermek gerekmekteyse, insan modelini değiştirse de beslenmek için muhtaç olunuyorsa, iyi ama az üretilene çok para gerekse de, üretecekler tembelleşti ya da uğraşmama akıllısı olduysa az kazanınca, tarım alanlarına betonlar dikiliyorsa (tarım dikey bahçelerde yetişeceklerle daha verimliyse hormonlu ya da gdolu olsa da), say sayabildiğince… eskiyi arama modernleştik, az alanda çok işler yapacağız, herkes kentte olmalı ki birbiri için çalışan bulunsun, dünyaya adam gerek, bütün bu olanlar oralarda daha erken başladığından nesil geliştiremediklerinden, yaşlananlarına da bakım gerekmekte… Genç neslimiz yeter hepimize… Ama o eskidendi, çalışan gençlerle korkmadan yola çıkmak… Şimdilerde ağzına beslenmesini bekleyenler daha gündemde… Özellikle bilgisayar başında konuşma dururken kim düşünür yemeği yapmayı, aç bir telefon geliversin, hem de ne ev yemekleri değil mi, arkadaşına ya da ailene de ısmarlayıver… Ne kadar da lezzetli değil mi gdolu ayçiçek ya da mısır yağları ile pişmiş şahane lezzet yemekler hele de at etindense ya da domuz, bir de defalarca kızarmış yağda yapıldıysa… Öf ne fenayım halbuki ne güzel hazır işte, neden midemizi kaldırıyorsun, kim pişirecek ya da dolapta temiz tutacak zaten evi zor bulurken İstanbul’un trafiğinde hele… Daha da ucuza geliyor belki de aylık hesaplamadımsa da hem de uğraşmadan, yok ocak, yok deterjan, yok o, yok bu, hepsi ile ayrı ayrı uğraşmaktansa getirt ye at çöpe paketleri tamam… Çöp kamyonları her akşam bol çöp almakta ama içinde organik malzeme sadece kağıt o da naylonlu ise ki çoğu öyle korumalı, erimez çöp dağları nerelere gider bilmem. Her yerde henüz düzenli çöp alanlarımız da yokken doğada çözünür çöpümüz de kalmamışken bilmem ne olmakta?... Denizlerden belli… Geçen hamsi almak istedim kurşun birikimi nedeniyle yasaklandığını öğrendim ki yıllarca balık yemezken biraz biraz başlamıştım. Yazık!... Ancak alabalıklarımızı yiyecekler hem de tütsülenmiş… Sağlıklı yetiştirme alanları var nasılsa hem de İstanbul’a su gönderen havzada… Tertemiz kalır çoğalınca yetiştirme!… Bu konu uzar gider, her kere yazdığımda da aynı şeyler denir, okunmaz ama başka konulara altlık…
Cadde de denilen Bağdat Caddesinde inşaatların tak tak kazı sesleri (yıl boyu tek inşaat) ve ana yola peşpeşe çıkan kamyonları yanısıra bir de tren yolunun yeni sesi gündemde. Tren gelirken düdük çalan kişiye, düdükle yanıt veren, saatte en az 10 kez geçen (saydım sabah 10.00-11.00) ve tarifeye göre 160 dan fazla sefer... Tren yolu yapılar arasından nasıl uzaklaşsa derken, sabah başlayıp gece yarısına kadar ötecek düdükler nereden çıktı anlayamadım 12.3.2013te başlayınca…TCDDY da bilemedi nedense? Kendiliğinden mi oluştu?...Karşıya geçenler olduğundansa uyarı için neden alt geçit yok?!... Yenilenme çalışmaları sürerken yeni ray sistemi ve hızı gibi sesi artmayan vagonlarla düzelecektir umudumuz… En güvenilir yolculuk olarak düşünüldüğünden tercihi artacakken, çevreyi de araçlardan daha az rahatsız edecektir ve caddenin boş kaldığı gece saatlerinde özellikle ralli meraklıları ile artan gürültüsüne yeniler katılmayacaktır. Nasılsa inşaatlarda ses izolasyonu yapılacak ancak pencere de açılıp temiz hava alalım denilemeyecek, havalandırmalar yeter!... Konserveler hava alır mı, havası alınır ve asırlarca taze kalır. İnsanlar da dikey konservelerde artık daha rahat yaşayacaklar, dışarı çıkıp da ne olacak, her iş internetle çözümlü nasılsa! Kesintilerle sinir sistemi bozulsa da ona da bir yol bulunur, uydumuz geliştikçe…Eğitimi de evlerden yaparız ne olacak uzay çağı bakma çevrene doğa ne gerek uzayda yaşıyorsun bomboş çevren, evren kapkaranlık sen aydınlık evindesin konuş işte herkesle, hem biraraya gelince mikrop geçişleri de kolay oluyor, yeni türeyen viruslardan da uzak yaşa işte…Daha ne istersin… Tabi bilgisayarınkiler rahat verirse!...
Birden konuyu yine doğaya döndürüyorum. Tarım denilince hiç aklımdan çıkmayan konuyu akrostişle de yazmıştım “Orada neler oluyor”… Örnek tarım alanı da gidince başka yerde yetişen ürünleri hazır alıp yedirmemek için hiç neden kalmayacak, zira tarım ülkesi sanayileşmekte ve artık daha ihtiyaçlı yerler için çalışılmalı… Bu alanlar ise, iyi kazanan insanları eğlendirmeli artık öyle değil mi? Mirasyedilik kolay sanat ancak yüzyıllarca varyemezlik nasıl birşey bilen yok! Sadece tarihten kalan mirasları bulunca sevinmekteyiz. Nasıl da yetişti imdada diyerek, satar yerine daha da getirecek birşey için yer açarız. Birazcığı da görünür bir yerlerinde, buradaydı miras diye, yeterli öyle değil mi? Anadolumuzun zenginliğini turizmle paraya dönüştürme zevkini tadanlar öğrettiler ama “herşey yerinde güzeldir.” Hele de dünyanın kilit noktası olup tüm zenginliğini depoladığı bu yerin kıymetini uzaklardan bilenlere, bilemeyenler mi çözümler getirmekte?… Üretim yerine tüketim kolay, sök götür üret, yerinde yapana engeller oluştur ya da yok ettir… Ne güzel… Binbir türümüzü paylaşabiliriz ama aslan hikayesindeki gibi olunca çok düşünmemiz gerekir! Öyle değil mi?
Hele de Milli Park denilen vd korumaya alınmış özel yerler, ne kadar da gereksizce korunmakta değil mi?… Milli servet yenilmeyecek de hep öylece duracak mı?! Olmaz iyi iş yapanlar kenardan kenardan tırtıklamalı ki daha da getirisi artsın, şöyle vatandaş için kamu yapıları yapsın hastaneler, okullar vb. Hiç duydunuz mu? Ben bazılarını biliyorum ama çok azınlıkta… Getirisi olmayan işlere pek kimse yanaşmıyor. Getirilenlerin faizi ile bile getiriye devam deniliyor. Tabi ki hep gelince iyi de ne kadar yenir ve kaç nesil? Herkesin yediği ve çıkardığı belli. İsterseniz ölçün vücutta ne kadarı kalabiliyor!... Yanınızda da götüremeyince yaşamı garantilemenin dışındakiler kimseye de yaramıyorsa ne için? Of bana ne bunlardan, neler diyorum. Züğürt çenesi ne olacak!... Sende de olsa tutumlu olmayı öğrenirdin. Olan kadarını öğrendim ama paylaşmayla birlikte çok şükür ve daha daha için de uğraşmadım hiçbir zaman. Verdiğine verir, vermediğine vermez boşa çaba yormaktan başka işe yaramaz. Hele verdikçe, oturduğu yerde bulanları gördükçe kime vereceğini bildiğini söylememek mümkün mü?... Bazı yarışma programlarından edindiğim görüşle… Bu konu çok derin vazgeçtim… Hayırlar olsun…
Bazı konular sevindiriyor. Bir yazımda Eceabat’taki ‘Tarihe Saygı Parkı’ndan söz etmiştim anımsarsınız. Geçen okuduğum haber mutlu etti. Opet’in bu parkı yeniliyor olması ve 18 Martın anısına açılacağı güzel ve eskisinden daha özenli olacağından da eminim. Teşekkürler…
Moda parkının betonlaşmasından vazgeçilmesi, Göztepe’de engellilere park yapılacak olması, çevremde kaldırımların engellilere uygun hale getirilme çabaları vd. de güzel örnekler… Ancak bazen bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bazı konular da yaşadıklarımızdan… Kızıltoprak BP benzin istasyonu duvarına yapılan Türk Bayrağı gibi. Bayrak kanunu olduğunu ve bir ölçüsü bulunduğunu bildiğimden ölçüsüz yapılmış ve uzun süredir düzeltilmemiş olduğunu görmek, bulunmuş olması güzelliğini bozucu olması nedeniyle üzücü… Kim çözer bilemem ama kendileri çözmeyeceği kesin uyarılsalar da… Yırtık, rengi solmuş vb. bayrakların asılı kalması kadar da ivedi çözülmeli bir konu… Kendisine saygısı olmayana, saygı duyulması pek rastlanan durum değildir öyle değil mi?...
Bu konular son zamanlarda dikkatimi çeken pekçok konudan bazıları. Önemsenilmeyebilirler… Olsun sizler de söyleyin ya da yazın, alınmak ya da alınmamak yazma ya da söyleme stiline de bağlı değil mi? Konuşarak ya da yazarak anlaşmayı öğrenmeye başlamış olmalıyız. Alınganlıklardan uzak kalıp çözüm üretmek ama en doğrusunu irdeleyerek bulma yolunu da bulmak (deneme yanılma / akıl- mantık) insanoğlunun en önemli görevi değil mi? Burada yine 3K (Kızma, Kırma, Kıskanma) diyeceğim ve hiç ‘bana ne’ ve ‘sana ne’ diyemediğim için mutsuz olmadığımı belirtme mutluluğumla esen kalın…
Prof. Dr. Güniz AKINCI KESİM 13.03.2013
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|