ÇEPÇEKİRDEKCİK
Böylesine birbirine bağlı, dayanışma ve sosyallik içindeki bu milleti bir şekilde değiştirmeye çalışanlar olduğunu var sayalım bir an için. Önce büyük aile hedef alınarak, herkesin artık ekonomik olarak bağımsızlığını ilan etmesi gerektiğiyle ilgili söylemlerle, paramız var kendi ailemizi kurabiliriz mantığı yerleştirildi diyelim ki. Ayrı bir evde çekirdek diye tanımladığımız aileler oluşmaya başlayınca bunun sonucunda da doğal olarak bireyselleşmeler başladı.
Koca evde herkese bir sürü metre kare alan düşerken herkesin aynı alanlara sığışması komik olurdu tabi. Neydi o eski oturma odası konusu, vay efendim misafir odası komedisi filan derken aile bireyleri mantıken de daha doğru gibi geldiğinden evin diğer metre karelerini de kullanmaya başladık. Koca evimiz dururken çocuklarımızın kendine ait odaları olmaması olasılığı bile düşünülemezdi elbette. Büyük aile küçülüp çekirdek olduktan sonraki adımda bir de bireyselleşme konuları gündeme gelmeye başladı.
O bizim en az 3 çocuk söylemini komik bulduklarımız üredikçe üredi de kendini zeki zanneden oysaki ekonomik olarak aslında daha iyi olanaklara sahip olanlar çocuk sayısını 2ye hatta 1e kadar indirdik. Uzak değil ben nüfus planlaması konularının gündemde olduğu zamanları net hatırlıyorum. Madem bakamayacak bu kadar çok çocuk neden söylemiyle gündeme gelmişti. Oysaki sonuçta bakamayanların değil, bakabilecek durumda olanların nüfusu azaldı. Dolayısıyla aslında kendini daha bilinçli gören pek çoklarımız küçüle-küçüle çepçekirdekcik ailesi oluverdik. Önce ne güzel kendi odaları var dediğimiz çocuklarımızın sonraları o odalarına televizyonlar bilgisayarlar filan da girmeye başlayınca işler artık çığırından çıkmaya başladı. Yatak odaları artık aynı zamanda oyun odalarına da dönüştü, yetmedi hatta yemek odalarına dönüştü. Evin sadece yatmak için kullanılacağı metrekareleri artık birbirimizi daha az göreceğimiz duvarlara dönüştürmeye başladık. Ve bu öyle çok uzun zamanlarda da değil, son senelerde ama hızlıca bir dönüşümle. Evdeki oda sayısıyla insan sayısı eşit olunca herkes neredeyse kendi odasında yaşamaya başladı. Çocuklar odalarında beyler salonda kadınlar da genelde mutfakta, ev ahalisi ile doğru orantılı sayıdaki televizyonlarla daha da bireyselleşildi.
Günümüzde artık anneler çocuklarına seslendiklerinde evin taa öteki ucundaki gençler duymuyorlar çünkü zaten hepsinin kulağında kulaklıkları var. Eskiden ailecek bakılan albümler cep telefonu ve bilgisayarlara girince, o eskiden ailecek yapılan sohbetler yerini internette zaman harcamaya bırakınca, her ev neredeyse küçük bir dükkandaki kadar elektronik eşyalarla dolunca durum ister istemez boyut değiştirdi. Dışarıya bir yerlere çocuklarla filan gidebilmek hayal oldu. Sosyal kültürel sanatsal ve sportif etkinlikler de maddi ve manevi açıdan, toplumda değersizleştirilme çabaları sonucunda, iyiden iyiye eve bağladı hepimizi. Öyle akraba eş dost ziyaretleri filan eski Türk filmlerinde kaldı.
Çocukluğumda ailecek fotoğrafımız çok azdır. Mutlaka ya yemeğe ya çaya filan gelen dostlarla akrabalarladır bütün fotoğraflarımız. Öyle yalnızca ailecek yemek yediğimizi bile zor hatırlıyorum, hep birileri mutlaka olurdu. Bunlar çok da berbat şeyler olmayabilir bazı taraflardan bakınca, ama bu kadar büyük değişimlerin sadece bir nesillik zaman aralığında gerçekleşmiş olması ister istemez bizleri bocalatıyor. Herkes ama herkes yalnızlıktan söz ediyor. Yahu sana gelmiyorlarsa sen git söyleneceğine. Hem söyleniyor hem de kendi gitse istenilmeyeceğini düşünüyor. Nasıl da büyük bir hızla bu değişimi bize kabul ettirebilmişler gerçekten düşünmeye değer. Herkes şikayetçi ama herkes şikayet ettiği şeyi bizzat kendi yapıyor : )) Ben daha özü sözü bir olan, şöyle yapmalı deyip de kendisi de o söylediğini yapan çok az insan tanıdım.
Herkes hangi konuyla ilgili ise dünyanın en önemli konusu sadece o : )) Sanki çok takip edip her şeyi analiz etmiş her şeyden haberi varmış gibi bir de kendi yeni ilgilendiği konularla ilgilenmeyenleri eleştirmiyorlar mı. Taaa dünyanın öteki ucundakilere bile yetişiyorum diye görüntü verenler, arka mahallesinde olanlardan habersiz yaşıyor farkında bile değiller. Bırakalım arka mahalleyi evin diğer odalarından habersiz hale getirilmişiz farkında bile değiliz. Tamam birey olalım, farklılıklarımız olsun, özelliklerimize göre kuşanalım. Çünkü olayın özünde herkes hem şahsına hem bu dünyaya bir şeyler katabilsin, bir iz bırakabilsin mantığımız var. Fakat bence bizi bu mantıkla sağ gösterip soldan vuruyorlar. İşte bütün bu değişimlerin sonucunda şimdilerde bireysellik bile mumla aranır olmuş, olay daha da farklı yerlere gitmiş.
Birey olmak neredeyse kendini kimsenin anlamadığını zanneden kendini herkesten daha bilmiş daha yetenekli daha sevilmesi gereken kendisi hariç herkesin değersiz bulunduğu bir şekil almış. Bireyselleşe bireyselleşe artık birey bile olamadığımızı fark eden bile kalmamış. Her şey kolaycılık, her şey taklit, her şey hazır şablonu bir yerden alıp başka bir yere monte etmek olmuş. Kendi geziyorsa gezmek şart, kendi oturuyorsa bütün dünya oturmalı, kendi bir şeyi seviyorsa bütün dünya onu sevmeli sevmiyorsa kimse sevmemeli. Öyle başkalarının fikri nedir bir bakayım demeler, bilmiyorsam biraz susup öğrenmeye çalışmalı diye düşünmeler filan neredeyse demode olmuş. Belki farkında değiliz ama artık herkes o sorsan beğenmediği ‘’ popüler ‘’ tarzda yaşamaya başlamış. Çünkü kalabalıkta düşünülebilecek paylaşımcı yaşamlar bireyselleştikçe kim ne yapıyor ben yapamaz altta kalırsam olmazlara dönüşmüş, en çok alkış alınan şeylerde ismini duyurmak adam yerine koyulabilmeye yeter görülmeye başlanmış. O eskiden söylediğimiz parmak demokrasisinden yana değiliz düşünceleri filan okuyunca bile anlaşılamadığından bir kez hatta bir çok kez daha okuyarak anca anlaşılır hale gelmiş. Kalabalıklardan sıyrılabilmek kendini gösterebilmek zamanın söylemiyle adam yerine koyulabilmek, artık neredeyse sizi kimin adam yerine koyduğunun bile önemini yitirtmiş. Eee tabi sonunda olacağı buydu.
Bu kadar karamsarlıktan sonra ötesi nasıl toparlanır bir de onun için birkaç cümle sarf edeyim. Biz çok kritik bir nesiliz. Ara nesiliz. Bizim bildiklerimiz bizden önceki neslin bize aktardıkları diye düşünürsek, dolmuşta yer vermeyen gençleri suçlamak yerine, gençlerimize neleri öğretip neleri öğretemediklerimize bakmalı diye düşünüyorum. Ben birine saygılı davranıyorsam uzaydan seçilmiş insan olarak gönderilmediğime göre bu bana birileri tarafından öğretilmiş. Ben de öğrenmişim ayrı konu ama öğretilmiş. Biz bildiklerimizi ne kadar öğretebilirsek en çok o kadarını öğrenme şansları olacak, öğretemediklerimiz de bizimle birlikte toprak olacak. Sadece iş hayatında sadece sosyal hayatta sadece özel hayatlarımızda değil, aynı zamanda toplumsal her konuda çalışmalı çalışmalı çalışmalıyız ki, zaten berbat olan hayat şartlarının da eksiklerini bir nebze olsun bir yerlerden kapatmaya uğraşmalıyız. Geçen gün bir dost sohbetindeki şu cümle aklıma yazıldı. Bebekliklerinden itibaren sürekli alış-veriş merkezlerine götürüp tüketimi aşılamak yerine kaç aile her hangi bir fabrikaya götürüp her hangi bir şeyin üretilmesi güzelliğini çocuklarımıza yaşattık. Artık yapmamız gerekenlerin çoğunu bitirmiş olmamız gereken, yapılmamışları keşfedilmemişleri, daha iyisini bulmak için çabalamamız gereken yaşlarımızdayken hala aynı partiyi ya da aynı takımı tutmadıkları için bir birine küsebilen insanları görmek ne kadar da üzücü ve komik. Daha da komiği birine kızıp söylemek istediklerini yorum dahi yapmadan kendisine şablon olarak sunulanlarla yapmak. Düşünebiliyor musunuz laf sokmak istediği arkadaşını düşünerek sosyal paylaşım sitelerinde paylaşım yapanlar var. Konuş, anlaş, sor, dinle, anlat. Yok öyle şeylerle o çok değerli zamanımızı harcayamayız. Bize zaten belki de bilinçli dayatılan saçma bir özlü sözü paylaş gitsin. Anlayan anlasın anlamayanla ne işim olur, oohh bitti gitti. Ondan sonra gençler saygısız, genler şöyle, gençler böyle. Valla bu kaa ekmeğe bu kaa köfte.
Bu kadar birey olmakla bütün dünya bana ait bencilliğini karıştırmayaydık da biraz daha paylaşımcı yaşamayı başarabilsek ne değişirdi? Belki saçmalandığında biri ne yapıyorsun dediğinde; sen anlamazsın demek yerine, en yakınım bunu diyorsa belki de vardır bir bildiği deme şansımız olacaktı; artık geçmiş olsun.
Sık sık anlattığım bir fıkrayla bitireyim yazımı. Hani hep anlatılan bir şehir efsanesi vardır. Karı-koca çocuklarını ormanda kaybederler de hayvanlar bulur büyütür filan, hani Tarzan vs gibi. Yine bir karı-koca piknik yaptıkları ormanda küçük çocuklarını kaybetmişler. Ara tara yok. Bulamayınca evlerine dönmüşler ama bir umut sık-sık ormana gidip bulmaya çalışıyorlar. Bir gün yine gitmişler ormana, orada karı-koca ayılara rastlamışlar. Hemen, bizim yıllar önce bu ormanda çocuğumuz kayboldu, yıllardır bulabilme ümidiyle hep gidip-geliyoruz ama bulamadık, sizler hiç gördünüz mü çocuk filan diye sorunca, ayılar birbirine bakıp sırıtmışlar; biz onu yedik be güzelim : ))
Üzerine eklememiz gereken yığınla şey varken, bir de üstüne yapacak bir şey kalmadı diye söyleneceğimize, bari elimizdekilerden de olmayalım da memnun olmadıklarımızı değiştirmeye çabalayalım. Mesleğimizle, yeteneklerimizle, zekamızla, kişisel özelliklerimizle, maddi manevi olanaklarımızla, sevgimizle, sabrımızla, dayanışma örneklerimizle ve ama tabi ki kendimizden başlayarak. Bu arada kime kullanırsanız kullanın, mutlaka oyunuzu kullanın ki, oy verme yaşına gelenlere söyleyeceğimizle bizim yaptığımız da bir olsun.
İlknur ERŞAHİN ÇAKICI 8.10.2015
Yazarın Tüm Yazıları... - Yazar'a mesaj yaz
-
Yorum Yaz
|
|